Oyun Olarak Yaratıcılık

MentalPress 30

Yaratıcılığın nasıl işlediğine dair pek az şey biliyoruz. "Yeteneği" bir miktar anlayabildiğimiz ve yaratıcılığın ürünlerini—icatları, sa­nat eserlerini, yeni teorileri—fark edebildiğimiz anlaşılıyor. Ama bu ikisi arasında ne olup bittiği bir giz olarak kalmayı sürdürüyor. Ne psikanaliz ne de davranış psikolojisi yaratıcılık konusunda çığır açıcı bir şeyler söyleyebilmiş sayılmaz. Psikanaliz yaratıcılığı telafi edici bir faaliyet sayarak, o konuda çoğu zaman indirgemeci bir gö­rüşe eğilim gösteriyor. Davranış psikolojisi ise yaratıcılığın daha çok çeperlerine bakmıştır: Yaratıcı bir insanın "özellikleri" olarak görülen şeyleri dikkate almıştır. Benim görebildiğim kadarıyla, ya­ratma anını ele alan ve onu bir süreç olarak analiz etmeye çalışan tek yazar Rollo May'dir.

May yanılma sürecini "hayata yeni bir şey getirmek" olarak ta­nımlamaktadır. Henüz 1958 gibi erken bir tarihle yayımladığı bir makalesinde, "sahte-yaratıcılık" dediği şeyle—bir teşhirciyle, yara­tıcılık kaçkınıyla—gerçeklikle bir "karşılaşma"nın yaşandığı "sahi­ci" yaratıcılık arasında bir ayrım yapıyordu. Birinci durumda, insan sahip olduğu yaratıcı "yeteneğin" keyfini çıkarabilir, ama fiilen bir şey yaratmaz; ikinci durumda ise ortaya gerçekten yaratıcı bir ürün çıkar. May şöyle diyor: '"Yaratıcı bir insan'dan söz etmek pek de doğru olmaz, sadece yaratıcı bir eylemden, yaratan insandan söz et­mek doğru sayılabilir." Yaratıcılığın özünü oluşturan şey "karşılaş­manın yoğunluğu" dur; gerçekliği kucaklayışımızın gücü ve derin­liğidir. Faal hale gelmedikçe, dışsal gerçeklikle karşılaşıp onunla karşılıklı ilişkiye girmedikçe, yaratıcılık gerçek yaratıcılık olamaz. May, bunun sadece sanatsal yaratıcılık için değil, aynı zamanda bi­limsel ve felsefi yaratıcılık—gerçekte, "hayata yeni bir şey getiren" her türlü çalışma—için de geçerli olduğunu söylüyor.

Rollo May için, bu karşılaşmanın prototipi oyun oynamaktır. Oyun, yaratma eyleminin bütün özelliklerine sahiptir. Eğitimciler oyunun bazı yönlerinin kendi çalışmalarıyla nasıl bütünleştirilebileceği ve oyunun sahip olduğu özelliklerin yenilik yapma sürecine nasıl aktarılabileceği üzerinde düşünebilirler.

•     Oyun gönüllü bir şeydir. Emirle oyun oynamayız. Oynamak zo­runda değilizdir; oyun oynamayı her an bırakabiliriz. Oyuna yol açan şey meraktır. Bir çıkarla bağlantılı değildir; acil ihtiyaçların karşılanmasının veya amaçlı çalışmanın ötesinde varolan bir şeydir. Oyun hayatın perde arasıdır. Bununla birlikte, hayatın kopmaz bir parçasıdır da hepimizin çok derin bir doğal ihtiya­cını, anlam oluşturma ve ait olma ihtiyacını karşılar. Çocukların doğal ortamlarda oyun oynamaktan özellikle hoşlanmasının ne­deni belki de budur.

•     Oyun hayatın kendisi değildir. Oyun oynamak için olağan ya­şamın dışına çıkarız. Ama "mış gibi yapmak" oyunu gayri ciddi bir şey yapmaz. Tam tersine. Büyüleyicidir; kendini kaptırma özelliğine sahiptir. Çok belirli hedefleri vardır. Çocuklar özellikle kendi başlarına—ama başkalarıyla da—oynarken, çoğu kez yap­tıkları şeye kendilerini bütünüyle kaptırırlar. Çocukken—örne­ğin kumdan kale yaparken—kendinizi nasıl kaptırdığınızı anım­sayacak olursanız, zihninizde yaratıcı eylemin bir minyatürünü canlandırmış olursunuz. Yetişkinler de elbette kendilerini bir gö­reve kaptırabilirler; ama işlevsel çalışma sessiz, odaklanmış bir yoğunlaşmadan çok, dağılma ve kesintiye uğrama özelliği gös­terir. Eğitim bize, o sessiz kendini kaptırma halini, kısa bir süre için bile olsa, tekrar yaratma fırsatını verir.

•     Oyun gözlerden ıraktır. Oyunun kendi zamanı ve mekânı var­dır. Başlar ve belirli bir süre sonra sona erer. Keza, özel bir böl­gede cereyan eder: Gerçekler dünyasından gelen müdahalelerin hoş karşılanmadığı bir oyun alanında veya havuzunda, özel bir sahnede veya sihirli bir çevrede, özel bir noktada cereyan eder. Yaratıcılığı harekete geçirmeyi amaçlayan bütün eğitim olayla­rında da bu özel zaman ve mekân duygusunun tekrar yaratıl­ması önemlidir.

•     Oyun düzen yaratır. Oyun gerçek dünyanın kaosuna bir harmo­ni ve mükemmellik duygusu kazandırır. Ama bu statik bir şey değildir. Oyun çok canlı ve aktif bir şeydir. Problem çözme, do­ğaçlama, metafor yoluyla ve dışarıdan alınan kültürel girdilerle çok çeşitli zekâ türleri geliştirir. Keşfe giden yol yapmaktan ge­çer. Oyun farklı unsurları yeni biçimler içinde bir araya getire­rek, elde ne varsa onları kullanır. Oyunun güzelliği, kendisini çoğu zaman gerilim ve rahatlama şeklinde ifade etmesindedir. Bu özelliğe ister fal açmak olsun ister bir futbol maçını kazan­mak olsun, bütün oyunlar sahiptir. Tiyatro ve müzik, öykü anlat­ma ve hatta görsel sanatlar—bunların hepsi bu dinamiği ya da gerilim ve çözülmeyi içerir. Bu, eğiticilerin yararlanabileceği bir gerilimdir.

•     Oyunun kendi kuralları vardır. Performans, kâr ve etkinlik gi­bi dışsal ölçüler oyun açısından önem taşımayan şeylerdir. Oyu­nun temel amacı zevk yaratmaktır. Ama oyunun kurallarını bir kez çiğnemeye görün, derhal hilekar daha da kötüsü oyunbo­zan yaftasını yersiniz. Hilekârlık belki kabul edilebilir; ama oyunbozanlık genellikle defterden silinme demektir. Eğitimcile­rin, insanların katılmasını istedikleri bütün yaratıcı oyunlar için net kurallar koymaları gerekir.

•     Oyun topluluk yaratır. Oyunlar genellikle kulüp veya klikler üretir. Çocuklar takım veya çete oluşturur; yetişkinler ise oyna­nan oyunun kurallarına ve vizyonuna ilişkin aynı değerlendir­meyi yapan eş zihniyetli insanlardan meydana gelen klanlar oluşturur. Yaratıcılık eğitimi, örgüt içinde kendi içine kapalı bir "klan" yaratma tehlikesini her zaman içerir ve örgütün geri ka­lan kısmından ayrı, bölücülük potansiyeline sahip bir faaliyet olarak görülebilir.

•     Oyun çevresinde bir mahremiyet, hatta gizlilik havası yarata­bilir. Oyun farklı bir şeydir. Yaşamın sıradan kuralları askıya alı­nır. Oyun oynamak için özel giysiler giyebilir veya kendimizi bir yere kapatabiliriz. Yaratıcı bir oturumun katılımcıları, bunun özel bir şey olduğu ve dış dünyanın kurallarıyla yargılanmaya­caklarını bilerek, rahatlama ihtiyacındadır.

Oyun ilk bakışta sanıldığı kadar önemsiz ve sadece eğlenceden iba­ret bir şey değildir. Sahip olduğu bazı özellikler, örgütlerimizde yokluğunu hissettiğimiz şeylerin ta kendisidir. Bir psikolog olan Annette Karmiloff-Smith, çocukların oyunun ortalarında, belli bir yetkinlik düzeyine ulaştıklarında, durumu daha derinlemesine kavrayabilmek için, o yetkinliği nasıl bile bile azalttıklarını anlatır. Belli bir amaca hizmet eden bu bilinçli "becerisizleştirme" ile pek çok örgütte el üstünde tutulan "sürekli iyileştirme" ve "çabuk çö­züm" inançları birbirlerine taban tabana zıt şeylerdir. Yaratıcılık, performans-egemen kültürlerin özüne tümüyle aykırı düşebilecek bir "oyunsal" faaliyet talep eder.

Oyun ile örgütsel çalışma arasındaki bir başka karşıtlık, zamana karşı tavırlarında görülür. İşyerinde bizlere zaman sürekli hatırlatı­lır. Sıkı sıkıya düzenlenmiştir: teslim tarihleri, vardiyalar ve verimlilik. “Zamanın, yenilenmesi mümkün olmayan tek kaynak oldu­ğu" söylenir, buna karşılık oyun, zamanı sürecin bir unsuru olarak kullanır. Oyun sırasında zamanın çok çabuk geçtiği ya da yavaş ha­reket ettiği sanısı uyanır, çünkü onu aklımızdan çıkarırız. Çocukla­rın "beş dakika daha" uyarılarıyla veya "artık kesin" ihtarlarıyla oyunlarının bölünmesinden nefret ettikleri gayet iyi bilinir. Sanki ön plana, farklı türden bir bilinç çıkmaktadır—bir sonuç elde etme ihtiyacıyla sınırlandırılmamış, daha sindirici ve daha derin düşünücü bir bilinç.

Oyun bize bu türden bir bilincin yaratıcı çalışma için yaşamsal önem taşıdığını öğretir. Yaratıcı tekniklerin bütün gamları arasın­dan dört nala geçmeye çalışmanın pek bir yararı olmaz. Derin düşünücü bilinç zihnin bağlantılar kurmasına izin verildiği hissine, farklı türden bir algılamaya erişmemizi sağlar. Yineleyecek olursak, oyun örgütteki insanların pek azının öğrenebildiği bir ders verir: Yaratıcılık yavaşlamayı gerektirir; sağa sola bakmakla oyalanıp, zihnin kendi işini yapmasını bekleyin.

Gözünüzde canlandırma teknikleri, yaratıcılığı açığa çıkarma aracı olarak oyunu teşvik edebilir. Eğitimci, düşünmeyi sözel are­nanın dışına çıkararak—ve sanatsal beceri endişesini ortadan kaldı­rarak—katılımcıların meseleler hakkında daha serbest düşünmele­rini ve fikirlerini yeni alanlara taşımalarını özendirebilir.