NLP Pratisyen Eğitim Notu

MentalPress 30

NLP’nin Dört İlkesi

NLP'nin dört temel ilkesi bulunur ve biz bunları kitap boyunca değişik açılardan tekrar tekrar ele alacağız. İlki ve en önemlisi, ilişki, özellikle de karşılıklı güven ve saygıya dayanan, uyum içinde olarak bilinen ahenkli ve yüksek kaliteli ilişki. Bu, hem kendinizle hem de başkalarıyla olan ilişkileriniz için geçerlidir.

İlk önce iç uyumunuzla başlayalım. Büyük bir olası­lıkla, hayatınızın herhangi bir noktasında iki karar ara­sında kendinizi sıkışıp kalmış hissetmişsinizdir. Kendi kendinize, "Bir parçam bunu yapmak istiyor ama bir şey beni durduruyor" dediğiniz oldu mu? Fiziksel iç uyumu­nuz ne kadar yüksekse, bedeninizin değişik parçaları birbirleriyle iyi çalıştığı için, sağlığınız da o kadar iyi olur. Zihinsel iç uyumunuz ne kadar yüksekse, iç huzuru­nuz o kadar artar, çünkü zihninizin farklı parçaları bir­leşmiştir. Ruhsal boyuttaki uyum, bireysel varlığımızın ötesinde daha büyük bir bütüne ait olma hissi olarak kendini gösterir.

Pek çok kişi, başarının dış göstergelerine sahip ol­masına rağmen, kendilerini mutsuz hisseder. Bu kişile­rin başkalarını da huzursuz ettiklerini fark etmiş olabilir­siniz. Dünyayı, kendi ruh halimizi yansıtacak şekilde dü­zenliyor gibiyizdir. Dolayısıyla iç çatışmalarımız dıştakileri de yaratır ve iç uyumumuz ya da kişisel bütünlüğü­müz, başka kişilerle ilişkilerimizde başardıklarımızın ay­nasıdır.

Ne yaparsanız yapın, ne isterseniz isteyin, başarılı olmak başkalarıyla ilişki kurmayı ve onları etkilemeyi ge­rektirir. Bu yüzden, NLP'nin ilk direğini kendiniz ve başkalarıyla uyum sağlamak oluşturur.

NLP'nin ikinci direği, ne istediğini bilmektir. Ne is­tediğinizi bilmeden, başarıyı tanımlayamazsınız bile. NLP'de buna, hedefinizi veya istediğiniz sonucu belir­lemek denir. Bu, bütün bir düşünme yöntemidir. Sürek­li kendinize "Ne istiyorum?", başkalarına da "Ne istiyor­sun?" diye sormaktır. Bu, "Sorun ne?" diye sormaktan çok farklıdır. Çoğu kimse "Sorun ne?" sorusuyla başlar, ardından suçu başkalarına atarak ve belki de durumu kurtararak devam eder. Ancak, hiçbir zaman gerçekten istediklerine ulaşamaz ya da başkasının isteklerine ulaş­masına yardımcı olamaz.

Üçüncü direk, duyusal keskinliktir. Bu, duyularınızı kullanmak, yani fiilen kendinize olanları görmek, din­lemek ve hissetmek anlamına geliyor. Ancak o zaman hedefinize doğru ilerleyip ilerlemediğinizi bilebilir ve bu geribildirimi, eylemlerinizi geliştirmekte kullanabilirsi­niz. Bizim kültürümüzde bu geribildirimi fark etmemek normal sayılır. Ama çocuklar fark ederler. Çocukken sa­hip olduğumuz bu merak ve keskinliği yeniden kazana­biliriz.

Son direk de, davranış esnekliğidir: Pek çok eylem seçeneğine sahip olmak. Ne kadar çok seçeneğiniz olur­sa, başarı şansınız o kadar artar. İstediğinizi elde edene kadar yaptıklarınızı değiştirin. Bu çok basit, hatta aşikâr görünebilir, ama çoğu zaman tam tersini yapmıyor mu­yuz? Hükümetler, istedikleri sonucu yaratmasa dahi, ge­nellikle bir politikayı devam ettirirler. Bu, ilişkilerde de başımıza gelir. Eşinizle, arkadaşınızla tartışırken çukura düşmekte olduğunuzu görseniz de, hâlâ kazmaya devam ettiğiniz zamanlar olmadı mı?

Mantıksal Düzeyler

İlişkileri, değişik düzeylerde kurarız. Amerikalı araş­tırmacı ve NLP eğitimcisi Robert Dilts, NLP düşüncesin­de yaygın kabul gören mantıksal düzeyler veya. nörolojik dü­zeyler olarak adlandırdığı sistemi kullanıyor. Bunlar bi­reysel değişim ve uyum kurmayı düşünmek açısından çok faydalıdır.

İlk düzey çevredir. (Nerede? Ne zaman?) Çevre, içinde bulunduğumuz yer ve birlikte oldu­ğumuz kişilerdir. "Doğru yerde, doğru zamanda" bu­lunduklarını söyleyen insanları büyük bir olasılıkla duymuşsunuzdur. Bunlar başarılarını çevreye bağlı­yorlar. Bu düzeyde, paylaşılan şartlar uyumu yaratır.. Örneğin, Çin Sanatı ile ilgili bir akşam kursuna gi­derseniz, orada benzer ilgi alanları olan kişilerle karşılaşmayı bekleyebilirsiniz. Onlarla uyumlu bir iletişim kurmak için ortak bir noktanız vardır.

İkinci düzey davranışlardır. (Ne?)

Bu düzeyde bilinçli eylemlerimiz, yani yaptıklarımız vardır. NLP'de davranışlar, eylemlerin yanı sıra, dü­şünceleri de kapsar. Yaptıklarımız gelişigüzel değil, amaca ulaşmaya yöneliktir; bu her zaman kendimiz için bile açık olmasa da böyledir. Söz gelimi, sigara içmek, sinirimize hakim olamamak gibi davranışla­rımızı değiştirmek isteyebiliriz. Ancak, bazı istenme­yen davranışları değiştirmek zor olabilir, çünkü di­ğer nörolojik düzeylerle yakın ilişkisi vardır ve önce bunu keşfetmek gerekir.

Üçüncü düzey yeterliklerdir. (Nasıl?)

Bu, beceri düzeyidir: Tutarlı, otomatikleşmiş ve çoğu kez alışkanlık haline gelecek kadar sık yaptığımız davranışlarımız bu düzeydedir. Aynı zamanda, dü­şünme stratejileri ve fiziksel becerileri de kapsar. Hepimiz yürümek ve konuşmak gibi doğal becerile­rin yanı sıra, matematik, spor veya müzik aleti çal­mak gibi bilinçli olarak öğrenilen birçok beceriye sahibiz. Bir kişi eğer başarısını "bir seferlik" ya da "talih" gibi sözlerle açıklıyorsa, onun tekrarlanabile­ceğim düşünmüyordur; yani henüz yetenek haline gelmemiştir.

Dördüncü düzey, inanç ve değerleri kapsar. (Neden ?)

Bu düzey, bizim gerçek olduğuna inandığımız ve bi­zim için önemli olan şeyleri içine alır. İnanç ve de­ğerler, izinler ve yasaklar şekline bürünerek, hatırı sayılır bir ölçüye kadar hayatımızı yönlendirirler.

Geliştirmek istediğiniz, ama yapamayacağınıza inan­dığınız beceriler var mı? Yapamayacağınıza inandı­ğınız sürece yapmayacaksınız. Öğrenmeniz gereken, ama önemli bulmadığınız bir beceri var mı? Eğer ye­terince değer vermezseniz, o beceriyi kazanmak için gereken motivasyona sahip olamayacaksınız. Bunla­rın yanında bir de, çatışan inanç ve değerlere sahip olabiliriz ve birbiriyle çelişen eylemlerimizin altında işte bunlar yatar.

Beşinci düzeyde kimlik bulunur. (Kim ?)

Bir kişinin "Ben o tür bir insan değilim" dediğini hiç duydunuz mu? Bu bir kimlik ifadesidir. Kimlik, sizin kendinizle ilgili anlayışınız, sizin kim olduğunuzu ve yaşamdaki misyonunuzun ne olduğunu tanımlayan temel inanç ve değerlerinizdir. Her ne kadar kimli­ğinizi oluşturup, geliştirip değiştirebilirseniz de, kimliğiniz son derece esnektir.

Son olarak, altıncı düzey geliyor - maneviyat

Bu düzey, başkalarıyla olan bağlantılarınızı ve siz ne kadar kimliğiniz olduğunu düşünseniz de, ondan fazlasını içerir. Bu düzeydeki uyum, ilahi literatürde kişinin insanlıkla, evrenle veya tanrıyla bir olması şeklinde betimlenir.

NLP'nin geliştiği 1970'lerin başında, psikolojik düşün­cede boşluklar vardı. O dönemin Davranışçı psikolojisi, eylem ve reaksiyon, etki tepki ve çevre ile davranışlar arasındaki etkileşim üzerineydi.  Bundan başka değer

kökenli, inançları, ilişkileri ve kişisel varoluşu vurgulayan psikolojik sistemler vardı. Eksik olduğu açıkça görünen nokta, "nasıl" kısmı, yani beceri düzeyiydi. NLP, kolayca öğrenilebilir mükemmelliği adım adım uygulama süreç­leri sunarak, bu boşluğu doldurdu.

Davranışlar Beceriye Nasıl Dönüşür

Davranış, beceriye nasıl dönüşür? Bunun bir yanıtı, elinde kemanla Carnegie Hall'e nasıl girileceğini öğ­renmek isteyen adama verilen cevaptır: " Pratik yapa­rak."

Bir beceriyi öğrenmek, dört aşamadan geçer. Çaba harcayarak öğrendiğiniz araba kullanmak, bisiklete binmek veya okumak gibi bir beceriyi düşünün ve şimdi vereceğimiz sıralamaya uyuyor mu, bir bakın. Yolculu­ğumuza bilinçdışı yetersizlik aşamasından başlıyoruz. Bu durumda, bir eylemi yapamadığınız gibi, zaten hiç denememişsinizdir de. Üstelik bunu bilmediğinizi bile bilmiyorsunuzdur, çünkü henüz bunun farkında değilsinizdir.

Daha sonra, yapmaya başlarsınız. Başlangıçta, bu si­zin bir davranışınız olmasına rağmen pek becerikli değilsinizdir. Bu aşamaya bilinçli yetersizlik denir. Yeterince iyi olmadığınızı bilecek kadar biliyorsunuzdur, yani artık bunun farkındasınızdır; bu da, sizin bilinçli bir dikkati­nizi gerektirir. Bu aşama rahatsız edicidir, ama en çok da burada öğrenilir.

Bundan sonra bilinçli yeterlilik aşaması gelir. Artık yapabiliyorsunuzdur, beceri düzeyine ulaşmış durumdası­nız ama hâlâ dikkatinizi vermeye devam edersiniz.

Eğer dayanırsanız, sonunda bilinçdışı yeterlilik düzeyi­ne ulaşırsınız - bu işi düşünmeden kolayca yapabildiği­niz zaman. Artık eylem, alışkanlık halini almıştır ve zih­ninizin bilinçdışı kesiminden idare edilmektedir. Bu aşamadan sonrası ustalıktır, ama bu başka bir kitabın ko­nusu!

Bazı yetenekli kişiler, ortadaki iki bilinçli aşamayı büyük bir hızla geçerek, bilinçdışı düzeydeki beceriye ulaşırlar. NLP "hızlandırılmış öğrenme" olarak anılan bu alanı da araştırmıştır ve ileride bunu sizle paylaşaca­ğız.

Dil ve Fizyoloji

Hangi mantıksal düzeyle uğraştığınızı nasıl bilecek­siniz? Bunun bir yolu, insanların kullandıkları dili din­lemektir. Aşağıdaki örnekte, psikoloji öğrenen bir kişi her düzeyde yer alıyor.

Çevre. Eğer çevrende destek olabilecek kişiler varsa, psikoloji öğrenmek kolaydır.

Davranış: Bu teoriyi öğrendim.

Yeterlilik. Psikolojinin ne hakkında olduğunu anlıyo­rum.

İnanç ve değerler. İnsanları neyin motive ettiğini bil­mek önemlidir.

Kimlik: Ben bir psikoloğum.

İnsanların hangi düzeyde olduklarını, konuşmalarındaki vurgulamalardan fark edebilirsiniz. Örneğin, kişi "Ben bunu yapamam" derken, ilk kelimeyi vurgulamışsa, kim­liğinden söz etmektedir. "Ben bunu yapamam" ifadesi ise, davranışla ilgilidir.

Bu düzeylerin geniş psikolojik karşılıkları bulunur. Çevredeki değişikliklere reflekslerimizle cevap veririz. Davranışlar bilinçli eylemlerimiz ve düşüncelerimizdir.

Yetiler alışkanlıklardır, yarı bilinçli veya bilinçdışı eylemlerimizdir. İnanç ve değerlerimiz otonom sinir sistemimize bağlıdır, kalp atışlarımız ve adrenalin seviyemiz gibi. Son olarak kimliğimiz, psikolojik düzeyde kendimizi başkala­rından ayırt ederek bizi koruyan bağışıklık sistemimiz­dir. Ya kimliğimizin ötesi? Otonom sinir sistemimizin sem­patik ve parasempatik kolları arasında bir denge oluştu­ruyor olabilir. Sempatik sistem, enerji vererek kalp atışı­nı, solunumu ve kan basıncını uyarır. Parasempatik sis­tem ise aynı fonksiyonları gevşetir. Ruhani yazılar sık sık bir durağanlık noktasından (Varlık), dinamik bir amaçla hareket etmekten ve bununla beraber bu edimlerin so­nuçlarına bağlantılı olmamaktan bahsederler.

Peki bu düzeyler karışınca ne olur?

Muhtemelen bir çocuk hata yaptığında, ebeveyninin "Öf, amma da aptalsın" dediğini görmüşsünüzdür. Ne olur? Davranış, kimlik düzeyine taşınmıştır. Ancak, bir kelimeyi yanlış yazmakla veya hatalı bir toplama çıkarma işlemi yapmakla, aptal bir kişi olunmaz. Trajedi şurada­dır: Çocuk böyle olduğuna inanır. Bu özsaygımızın aşa­ğılanmasının en sık karşılaşılan örneğidir. Çocuklar çok yetenekli öğrencilerdir ve büyüklerinin, özellikle kimlik­leriyle ilgili söylediklerine inanma eğilimindedirler. Sa­kar olduğuna inanan çocuk bu inancı yaşatır; sadece ta­bak çanakla değil, ileride belki de iletişimindeki sözcük­ler veya kötü araba kullanımıyla...

Hangi yaşta olursanız olun, aynı kalıp tekrarlanabi­lir. Örneğin, siparişi kaçıran bir satıcıya, duyarsız yöneti­cisi, işe yaramayan bir insan olduğunu söyleyebilir. Yetiş­kinler çocuklara göre daha az etkilenip, yaralarını daha kolay iyileştirebilirler, ama her zaman değil!

Buradaki ilke, eleştiriyi kimlik değil, davranış düze­yinde vermek ve almaktır. Bir kişinin davranışını eleşti­rirken, kişiliğine halen değer veriyor olabilirsiniz. Yaptı­ğınız aynı zamanda geçerli ve anlamlı bir eleştiriyse, bu yaklaşımınız, karşınızdakinin uygun ve olumlu karşılık vermesini sağlayacaktır. Eleştirinin arkasındaki iyi niyet, diğer kişinin yapabileceğinin en iyisini yapması için yar­dımcı olabilmektir.

Aşağıdaki gibi bir anlaşmazlığın içine hiç girdiniz mi?

"Odan çok dağınık." (çevre) "Bu sabah topladım." (davranış) "Pek iyi yapamamışsın." (beceri)

"Yaptım. Bu odayı toplamanın ne kadar zor olduğunu bu­seydin, daha anlayışlı olurdun." (inanç)

"Bana anlayışsız olduğumu mu söylüyorsun?!" (kimlik)

Çevre hakkındaki bir görüşten, kimlik düzeyine uzanan bir kriz doğmuştur.

Adam, işinde çok gergindi. Bir avukat olarak çok şey talep eden, yoğun bir işi vardı. Nasıl rahatlayacağını bilmediği ve bunun artık sağlığını tehdit ettiğini söyleyerek, sürekli şikâyet ediyordu. Bir doktor da dahil olmak üzere, pek çok kişi tatile çıkmasını söyle­di. Tatile çıkmak gibi, çevrede yapacağı bir değişiklik onu kısa vadede rahatlatabilir, ne ki, asıl sorduğu "nasıl" rahatlayacağı becerisini ona öğretmesi olanaksızdır Kısa vadede işe yarayan çözümler, genellikle yanlış mantıksal düzeydedir.

Mantıksal Seviyelerde Düzey Değiştirmek

Bu düzeyleri bilmek, kişisel değişimde ve kişisel geli­şim çalışmalarında çok faydalıdır. Değişim, her düzeyde mümkündür; ancak, buradaki soru, hangisinin kaldırma gücünün en yüksek olduğudur: Yani en az çabayla en çok sonucun hangi düzey ile sağlanacağı. İnanç düze­yindeki bir değişimin beceri ve davranışları etkileme ola­sılığı yüksektir. Kimlik düzeyindeki bir değişimin etkisi ise daha da fazla olacaktır. Düzeyler arasında yukarıdan aşağıya veya aşağıdan yukarıya çalışabilirsiniz, çünkü bunlar sistemli olarak etkileşim içindedir.

Jale'm bir arkadaşı, pratik bir insan olmadığı inancıyla yetiştirilmişti. Onun dünyasında "Kendin Yap" görüşü yerine 'Yapacak Birini Bul" kullanılmaktaydı. Kendisinin veya ebeveyninin evinde bir sorun olduğun­da mahallenin tamircisine telefon edilirdi. Bu kişinin, yeni bir eve taşınınca durumu değişti; evde yapılacak çok iş vardı. Bu yeni çevrede artık güçlü bir kaynağa, yani kimliğiyle bağdaşan bir inanca sahip oldu: Bir işi dene­meden yapamayacağını düşünmek aptallıktır. Kendini aptal bir insan olarak görmüyordu. İki senenin sonunda, tüm evin elektrik tesisatını yenilemiş, her odayı yeniden dekore etmiş ve bir gardrop yapmıştı. Eski inancı geçer­liliğini tamamen yitirmişti. Oysa bu, inandığı süre bo­yunca onun için tartışılmaz bir gerçekti. Bunu sağlayan, çevredeki bir değişimin, inanç, davranış ve yetenekler üzerindeki olumlu etkisi olmuştu.

Bir sorunu çözmek için başka bir düzeye geçmek genellikle işe yarar. Bir sorun, onu yaratan düzeyde dü­şünülerek çözülemez.

Yaşadığınız sorunlarda hangi düzeyde tıkandığınızı bulmanız gerekir:

Çevreden konu ile ilgili daha çok bilgiye ihtiyacınız olabilir.

Bilgiye sahip olsanız bile, ne yapacağınızı bilmiyor olabilirsiniz

Ne yapacağınızı bilseniz de, nasıl yapacağınızı bilmi­yor olabilirsiniz

'Yapabilir miyim? Yapmaya değer mi? İnançlarıma veya değerlerime ters düşer mi?" diye düşünüyor olabilirsiniz

Veya konu sizin kişiliğinize aykırı düşüyor olabilir.

Bazen kişi bunlardan daha üst düzeye çıkarak ulvi bir deneyim bile yaşayabilir -Şam yolunda Aziz Pavlus'un yaşadığı gibi.

NLP'de uyum kelimesi, karşılıklı güven duymaya ve özen göstermeye dayanan ilişkiler için kullanılır. Uyum, esasında karşımızdaki kişilerin kendi dünya modellerin­de onlarla buluşabilmektir. Hepimiz farklı şekillerde ye­tiştirildik, farklı deneyimlere sahibiz ve farklı bireyleriz. Değişik inançlar, beceriler ve kişiliklerimizle kendimize özgü kişileriz ve dünyayı farklı görüyoruz. Başkalarıyla uyum içinde olmak için, onları tanımanız ve onların dünyalarına girebilmeniz gerekir. Onlarla aynı fikirde olmanız gerekmez, önemli olan onları kabul etmeniz ve saygı duymanızdır. Peki, bunu nasıl yapabiliriz?

Uyum, değişik düzeylerde yaratılabilir (veya yıkılabilir).

Beden Dili

Yüz yüze yapılan bir toplantıda, uyumu ve dolayısıyla güveni, çeşitli yollarla gerçekleştirebiliriz: Sözlerimiz, beden dilimiz ve ses tonumuzla. Kelimeler, bir konuş­manın en çok dikkat çeken kısmı olmasına rağmen, ile­tişim buzdağının sadece görünen kısmını oluştururlar. Albert MehrabAdam, Los Angeles'daki California Üniversitesi'nde 1981 yılında yaptığı, artık klasikleşmiş çalışma­sında, beden dili ve ses tonunun kişilerin güvenilirliği üzerindeki etkisini araştırmıştır. Bunun ardından yapı­lan araştırmalar da, kelimeler ile beden dili çeliştiğinde, bilinçli dikkatimizi kelimeler üzerinde yoğunlaştırsak bile, sözsüz mesajı hemen her zaman en önemli unsur olarak algıladığımızı göstermiştir. Bazen neden bir kim­seye güvenmediğimizi anlayamayız, oysa kimi zaman bu çok açıktır. Laflarını anlaşılmaz bir şekilde geveleyen, bir kişiden, topluluk önünde konuşma dersi alır mıydınız?

Kıyafetler ve dış görünümümüz de beden dilimizin bir parçasıdır. Biz istesek de istemesek de, bunlar dış dünyaya bizimle ilgili bir bildirgede bulunurlar ve kişile­rin üzerinde yaratacağımız ilk izlenimimi oluştururlar. Bir iş toplantısına kot pantolonla gittiğinizde (California haricinde hiçbir yerde) saygınlık uyandıramazsınız. İn­sanlar genelde ilk izlenimi 10 saniye gibi kısa sürede edinir ve bundan kolay kolay da vazgeçmezler. İlk izleni­mi yaratmak için hiçbir zaman ikinci bir şansınız olma­yacaktır.

Sesinizi ve beden dilinizi, karşınızdaki kişiye dikkat ettiğinizi ve onun sahip olduğu dünya modeline saygı duyduğunuzu gösterecek şekilde nasıl kullanabilirsiniz? İyi ilişkiler kurmanın anahtarlarından biri, karşımızdaki kişiyi kabul etmek ve ona hak ettiği ilgiyi göstermektir.

İlgi göstermek, kimlik düzeyinde kabul görme olarak algılanan bir eylemdir ve karşımızdaki kişiyle bizi yakınlaştırır.

Başarılı iletişimcilerin uyum sağlamak için kullandı­ğı bir yöntem de, kendi beden dili ve ses tonlarını karşı­sındaki kişiye uydurmaktır. Bunu aslında hepimiz doğal olarak bir ölçüde yapmaktayız. Örneğin, bir kişiyle ko­nuşurken, o oturuyorsa biz de otururuz veya o ayaktay­ken biz de ayakta dururuz. Tersini yaparsak, kendimizi garip hissederiz. Dile dökülmemiş kişisel alan kuralları­na uyarız ve bu kuralların izinsiz çiğnenmesi halinde, kendimizi tedirgin hissederiz, insanlarla olan göz tema­sımızın ölçüsünü ayarlama eğilimi gösteririz. Birisinin size gözünü dikip bakması hoşunuza gitmez, ama bunun tersine, göz temasını seven biriyseniz, bu kez de karşı­nızdakinin gözlerini sizden kaçırması canınızı sıkacaktır.

Uyum sağlamak için beden dilinin kullanılmasının daha pek çok alanı vardır. Bundan sonra bir restorana gittiğinizde, çevrenizdeki masalarda oturan kişilere bir göz atın. Konuşuyor olsunlar ya da olmasınlar, uyum içinde olanları ayırt edebilirsiniz. Aynı genel beden du­ruşunu alma eğiliminde olacaklardır. Bunun yanı sıra, başları aynı açıda duruyor olabilir. Uyum, taklit etmek değildir. Onlarda, etkileşime doğru evrilecek bir ritm olduğu fark edersiniz. Aşık çiftlerin nefes alışları bile birbiriyle uyum içindedir.

Siz de bir kişiyle uyum sağlamak istiyorsanız, onun beden dilinin çeşitli yönlerini uygulayın. Bu tekniğe aynalama da diyebiliriz. Onunla aynı şekilde durun, aynı oranda göz teması kurun, el hareketlerinizin hızını ve sıklığını onunkilere uydurun.

Aynalamanın arkasındaki amaç, o kişinin hayat de­neyimini paylaşmak ve bir parça olsun anlamaktır. Be­dende uyum sağlamak, diğer kişinin dünyasına girmenin güçlü bir yöntemidir, çünkü bedenimizi kullanma şek­limiz, ruh halimizi ve düşünme biçimimizi etkilemekte­dir. Aynalama, taklit etme değildir. Tastamam kopye etmek, saygısızlık olur; karşımızdaki kişiler bunu fark edebilir ve onlarla alay ettiğimizi düşünebilirler. Beden­de uyum aslında dans etmek gibidir. Dansçılar birbirini kopyalamaz, bütünlerler. Yaptıkları hareketler, araların­daki ilişkiyi ifade eder.

Eğer beden dilindeki uyumun gücü hakkında kuş­kunuz varsa, şu deneyi yapın. Risk içermeyen ve rahatça deneyebileceğinizi hissettiğiniz bir diyalog seçin ve ko­nuştuğunuz kişinin beden diline uyun. Kabaca aynı be­den duruşunu alın, el kol hareketlerinizin sıklığını ve ölçüsünü benzetin. İletişiminizin nasıl ahenkli gittiğini fark edeceksiniz. Daha sonra uyumu bozun. Beden dili­nizi tümüyle farklı hale getirin. Sonra iletişiminizin nasıl yürüdüğüne dikkat edin. Çok büyük bir değişime uğra­dığını fark ettiniz mi?

Uyumu bozmak, uyum sağlamanın tam karşıtıdır. Aslında o da faydalı bir beceridir. Kaba gözükmeden bir konuşmadan kendinizi çekmek mi istiyorsunuz? Beden dilindeki benzeşmeyi bozun. Başka tarafa bakmak veya kafanızı sallama oranını değiştirmek, bunun için uygula­yabileceğiniz bazı yöntemlerdir.

Uyumu bozmak, ilişkiyi koparmaktır, ama ille de karşıdaki kişiyi geçersiz kılmayı gerektirmez. lan üniver­sitedeyken, parti vermeyi çok seven bir arkadaşı vardı. Arkadaşı, bunun yanında sabah 3.00'e doğru yatmayı istiyordu. Yöntemi, çok açık bir şekilde uyumu bozmaktı.

Partileri en geç saat 2.00'de bitiyordu, çünkü eline elektrik süpürgesini alıp insanları kapının dışına doğru süpürmeye başlıyordu. Onun partileri bu farklı bitişiyle ünlü olmuştu; insanlar sırf bu ilginç kapanışı yaşamak için partiye katılır olmuşlardı.

Ses

Uyumu, ses tonumuzu benzetmek yoluyla da kurabi­liriz. Bir ölçüde bunu da, aynı beden dilinde olduğu gi­bi, düşünmeden yapabiliyoruz. Karşımızdaki kişi alçak sesle konuştuğunda, biz de kendi sesimizi hafifletiriz. Seste uyum sağlamak, iki müzik aletinin armonisi gibi düşünülebilir. Bunu denemenin en kolay yolu, hem ses tonumuzu hem de hızını karşımızdaki kişiye uydurmak­tır.

Seste uyuşmak, size kızmış birine karşılık vermenin İyi bir yoludur. Sinirlenmiş bir kimse, haklı olsun olma­sın, sizin dikkatinizi çekmek istemektedir. Kızgınlık, enerji düzeyinin artmasıdır ve karşınızda duran kişinin sesindeki bu enerjiye ve aciliyete ayak uydurmanızı ge­rektirir. Bununla birlikte, onun ses yüksekliğinin ve hı­zının hafifçe altında konuşarak uyum sağlayın, aksi tak­dirde, olay bir bağırma yarışmasına dönüşebilir. Daha sonra sesinizi yavaşça yumuşatarak, onu da daha sakin sulara doğru götürebilirsiniz. Daha en baştan kullanılan sakin ve teskin edici bir ses tonu kullanmanız, çok ender olarak işe yarar, çünkü karşımızdakinin öfkesini görmez­likten geliyor ve bilgiçlik taslıyormuşuz gibi algılanırız.

Telefonda uyum sağlamanın tek yolu da, ses ben­zetmesinden geçer. Kaba gözükmeden (çok yararlı bir beceridir bu) telefonu kapatmaya çalışıyorsanız, ses tonunuzu değiştirin. Daha hızlı ve yüksek sesle konuşarak uygun vedalaşma sözcüklerini söyleyin. Karşınızdaki kişi, bu şekilde hem sözlü hem de sözsüz mesajı almış olacak­tır.         

Beden dili ve seste uyum sağlama, insanların doğal ola­rak uyguladıkları bir yöntemin, daha geliştirilip öğreni­lebilecek bir teknik haline getirildiği en iyi NLP örnek­lerinden biridir. Bu, başka bir kişiye ilgi göstermenin ve dikkatinizi vermenin doğal bir yan ürünüdür. Bunu is­terseniz bilinçli olarak uyum sağlamakta kullanabilirsi­niz, ancak, aşağıda sözü edilecek iki hususu dikkate al­malısınız.

Birincisi, kendinizi garip hissedebilirsiniz. Ne de ol­sa, eskiden doğal olarak yaptığınız bir şeyin artık farkındasınızdır. Bunu nerede ve ne kadar yapacağınıza ken­diniz karar vereceksinizdir. ikincisi, ilgi duymadığınız ve aslında konuşmak istemediğiniz bir kişiyi etkilemek için kullandığınızda, beden uyumu boş ve yapmacık olarak hissedilecek ve görünecektir. Ne gerek var? Böyle bir durumda en iyisi yürüyüp gidin.

Kimin beden diline uyum sağlamak istediğiniz ko­nusunda seçici olun. Bedensel veya zekâ özürlü kimsele­rin tedavisiyle uğraşan profesyonel kişiler, hastalarıyla aralarında bağ kurmak için bedensel olarak onlara ayak uydurabilir ve hastalarının bazı sağlıksız hareketlerini huy edinebilirler. Bunun, sağaltım alanında çalışanlar arasındaki tükenmişlik ve hastalıklar açısından temel bir etken olması mümkündür. Bu yıpratıcı durumu önle­menin bir yolu çapraz aynalamadır. Bunu karşımızdaki kişinin beden diline farklı bir hareketle karşılık vererek

yapabiliriz. Örneğin, hastanın ses ritmine, ayağımızı aynı ritmle vurarak uyum sağlayabiliriz.

Sözcükler

Sözcükleriniz aracılığıyla da insanlarla uyum kurabi­lirsiniz. Öncelikle, uygun yerde kullanılan teknik dil, profesyonel saygınlığı edinmenin bir yöntemidir. İkinci olarak, insanlar kendileri için önemli olan sözcük ve de­yişleri seçip ayırırlar. Cevabınızda aynı sözcük ya da de­yimleri kullanmanız, onlara kendi sözlerinin işitildiğini ve saygı gördüğünü hissettirecektir.

Çoğu zaman bize söylenenleri kendi deyişlerimize aktarırız. Bu bizim için aynı anlama gelse de, karşımızda­ki kimseler böyle düşünmeyebilirler. Örneğin, "Patro­numla düpedüz temas kuramıyorum" diyen bir kişiye, "Demek patronunla iletişim kuramıyorsun, öyle mi?" yanıtını verdiğinizde, onun için önemli olan sözcükleri yadsımış oluyorsunuz. Bu durumda o kişinin karşı koy­ması ve size, patronuyla iletişim kurabildiğini, ama temas kuramadığını söylemesi mümkündür. Ne olduğunu kavrayamazsanız, kimi zaman böyle bir konuşma kafanızı tümüyle karıştırabilir. NLP, kişilerin sözcüklerini olduğu gibi alarak, onlar için ifade ettiği anlama saygı duyar. Bu konuya 5. Bölüm' de daha ayrıntılı değineceğiz.

Beden ve seste benzerlik kurma, davranış düzeyinde u-yum oluşturmamızı sağlar. Eğer sürekli uyum sağlayabi­liyorsanız, bu yeteneğe sahipsiniz demektir. Ancak, değer­lerde de uyum sağlamadığınız takdirde, bedensel uyum tek başına bir işe yaramaz. Uyum, inanç ve değerlere, da­yandığı zaman güçlü olur. Paylaşılan inanç ve değerlerin

yarattığı uyuma örnek olarak, siyasi ve dini gruplar gös­terilebilir. Bu düzeyde uyum sağlamak, aynı zamanda içinde bulunduğunuz kültüre saygı göstermek anlamına gelir. Bu, yabancı bir ülkenin kültürü, firma kültürü veya aile kültürü olabilir. En güçlü uyum, karşıdaki kişinin kimliğini kabul ederek sağlanır. Kimlik düzeyinde kabul gören kişi, kendisini etkileşime açacaktır.

Tanıdığımız bir kişi, ilişkilerinde zorluk yaşamaktay­dı, çünkü hep daha iyi bir şeyleri kaçırmaktan korku­yordu. Partilerde çok etkileyiciydi, ama sizinle konuşur­ken gözleri, "Acaba daha ilginç biri var mı?" diye etrafta gezinirdi. Eğer böyle bir kişiyle konuşmaya çalıştıysanız, söylediklerinize konsantre olmanın ne kadar zorlaştığını bilirsiniz: Düşünceleriniz birbirine girer, kızmaya ve as­lında söylediklerinizin ilginç olup olmadığını sorgula­maya başlarsınız. Değer verilmediğinizi hissedersiniz. Böyle kişiler partinin sonunda yalnız kalmaya mahkum olurlar. Hayali ilişkiler uğruna, pek çok gerçek ilişkiyi kaybederler.

Ayak Uydurma ve Öncülük Etme

Beden dilinde, ses tonunda ve kullanılan sözcükler­de uyum sağlamak ve diğerlerinin inanç ve değerlerine saygı duymak, NLP'de ayak uydurma olarak anılır. Bu, bir başka kişiyi kendi dünyanıza sokmaya çalışmaktansa, onun dünyasına girme esnekliğine sahip olmaktır. Bir ar­kadaşınızla yürürken, sizin hızınıza yetişmesi için ısrar etmek yerine, onun hızında gittiğinizi hayal edin. Bu süreçte kendi özvarlığınızı veya inanç ve değerlerinizi kaybetmezsiniz. Tam tersine, iyi ayak uydurabilmek için güçlü bir benlik anlayışınız olması gerekir.

Ayak uydurmak, köprü kurmaktır. Bunu yaptığınız­da, diğer kişiyi başka olanaklara taşıyabilirsiniz. Söz gelimi, öfkeli veya üzgün birine bedensel uyum göster­diğinizde, onun için önemli olan şeyi dikkate almış olur­sunuz, dolayısıyla o da artık yaşadığı deneyimin geçerli­liği üzerinde daha fazla durmaya gerek duymayacak ve etkileşime açık hale gelecektir. Daha sonra sesinizi yu­muşatarak ve beden duruşunuzu değiştirerek, onu sakinleştirebilirsiniz. Önce ayak uydurup uyumu oluşturma­dan, o kişiye öncülük edemezsiniz.

Jale, gitar öğretmenliği yaparken, yeni öğrencisi olan beş yaşındaki bir kız çocuğuyla tanıştı. Babası onu bir deneme dersi için getirmişti. Çocuk öğrenmeyi iste­mesine rağmen, korktuğu ve utandığı çok açıktı. Tek bir söz bile edememişti. Jale'm tek yapabileceği, konu­şurken kızın nefes alışını ve genel beden hareketlerinin hızını ve ritmini aynalamaktı. Yavaş yavaş daha ağır nefes almaya başladı. Kızın nefes alışı da yatışmış ve biraz da olsa konuşmaya başlamıştı. Jale daha sonra gitarla ilgili kızın kendi sözcüklerini kullanarak, onunla aynı ses yüksekliğiyle konuştu. Küçük kızın sesi artık daha güçlü hale geldi. Açıldı. Başlangıçta zor gözükmüş olsa da, ders başarıyla sonuçlanmıştı.

İç Uyum

Kendinize ayak uydurmak ve öncülük etmek, kendi­nizle uyum içinde olmak ne anlama gelebilir? NLP'de zihin ve bedenin uyum içinde olmasına iç uyum veya bü­tünlük denir. İç uyum, bedensel dilinizin, ses tonunuzun ve kullandığınız sözcüklerin aynı mesajı taşımaları ve bir bütünün parçalan olmaları anlamına gelir. İnanç ve değerleriniz, eylemlerinizle uyum içindedir. Sözlerinizle yaptıklarınız birdir. Kaç ortopedistin beden duruşu kö­tüdür? Sigara içen kaç doktor tanıyorsunuz? Bazı psikiyatristleri hastalarından ayırt etmenin çok zor oldu­ğunu biliyor musunuz?

Gelgeldim, iç uyum mükemmellik değildir. Tanrılar bir haber iletmek istediklerinde, kimi zaman tuhaf ha­berciler seçerler. İç uyum, her parçanızın aynı notayı çalması değil, aynı ezgiyi oluşturmasıdır. Görsel bir ör­neği tercih edebilirsiniz. Örneğin, tek renkten oluşan bir resim, resim değildir. Sadece fondur. Tam ve ilginç bir resim yapmak için, değişik renklere ihtiyacınız var­dır; bunlardan bazıları tek başına garip gözükse bile... Zaaflarımız aslında en iyi öğetmenlerimizdir, çünkü bize (iğrenmenin ve değişmenin en verimli yollarını gösterir­ler. Onları orkestrayı canlandırmak ve paletimizde yeni renkler oluşturmakta kullanarak, daha zengin ve daha derin senfoniler ve resimler yaratabiliriz

Farklı Algı Pozisyonları

Daha önce bahsettiğimiz gibi, ayak uydurmak, kişile­rin kendi öznel dünyalarına girmektir. Bu kendi bakış açımızı kaybetmek anlamına gelmez. NLP'nin temelin­de, aynı olayla ilgili farklı görüşlerin değerine önem vermek bulunur. Buna, çoklu betimlemeye sahip olmak adı verilir. NLP, üç farklı bakış açısını öne çıkarır. Bu çalış­ma, Gregory Bateson'dan esinlenerek John Grinder ta­rafından yapılmıştır.

Birinci konum, sizin kendi gerçekliğinizdir. Başka in­sanları göz önüne almaksızın, kendi düşündükleriniz ve inançlarınız üzerine yoğunlaştığınız bir zama­nı düşünün. İşte, ne düşündüğünüzün önemi ol­maksızın, bunu yaparak birinci konumu deneyimlendirmiş oldunuz.

İkinci konum, başka bir kişinin görüşünü dikkate al­maktır. "Acaba bu ona nasıl gözüküyor?" şeklinde düşünürsünüz. Beden dilini uydurmak, ikinci ko­numa geçmemize yardımcı olur. İletişim, etkileşimli bir süreç olduğuna göre, karşınızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini daha iyi anladıkça, iletişiminizi, her iki tarafı da istediklerine ulaştıracak şekilde sürdü­rebilirsiniz.

Üçüncü konum, olaydan kopuk bir dış gözlemci gibi durarak kendiniz ile öteki arasındaki ilişkiyi değer­lendirebilme yeteneğidir. Özellikle bir konuda yaşa­dığınız tıkanıklığı aşabilmek için, bu çok önemli bir beceridir.

Bir durumda bu üç farklı bakış açısına sahip olmaya üçlü tanımlama denir. Üç konum da önemlidir ve en başarılı iletişimciler, bunların arasında rahatlıkla dolaşabilen-lerdir. Birinci konumda tıkanmış bir kişi, egoist bir di­nozor gibi, başkalarının duygularına karşı körleşmiştir. Sürekli ikinci konumda kalan kişi kolaylıkla etkilenir, kendi ihtiyaçlarını ve iyiliğini arka plana itip başkaları­nın gereksinimlerine öncelik verir. Üçüncü konumda çok kalan kişi ise, kendini yaşamdan uzaklaştırır ve haya­tını tam anlamıyla yaşayamaz.

Akıllıca hareket edebilmek için üç açıya da ihtiyacı­nız vardır. Çünkü bunlar farklıdır ve algılamadaki bu fark, size zenginlik ve seçenek kazandıracaktır. Heyecan ve yaratıcılık, farklılıktan doğar. Aynılık ise sıkıcılık ve sıradanlığa yol açar. Çoklu betimleme, noktaların üç bo­yutlu bir imge doğmasına yol açacak şekilde dizildiği bir stereograma bakmak gibidir. Farklı açılardan bakabilme, başarılı insanların tepkilerindeki esnekliğin bir parçası­dır. Dünya her zaman için, tek bir bakış açısından gö­ründüğünden daha zengindir. Bundan dolayı her biri­miz değişik bir parçasını alır ve bunları birleştirerek kendimize ait dünyayı oluştururuz. Bunu nasıl yaptığı­mız ise NLP'nin merkezinde yer almaktadır.

İletişimin Anlamı Sizin Anladığınız Kadardır.

İyi bir iletişimin ilk adımı uyumu oluşturmaktır. Her bi­rimiz mükemmel iletişimcileriz -ve yine de yanlış anla­şılmaktayız. Bir insanoğlu olarak, bir konuyu çok açık ifade ettiğinizi düşünseniz bile, sizi çok şaşırtan bir tepkiyle karşı­laştığınız mutlaka olmuştur. Masumca bir yorum kimi za­man kişisel olarak algılanabilir veya samimi yardım öneri­niz "Bu işe burnunu sokma!" gibi bir itirazla geri çevrilebi­lir. Teklifiniz size göre açıktır, ama dinleyici için değil. Ba­zen tam tersi de olur, yani sizin çıkardığınız anlamın, karşı tarafın söylediğinden farklı olduğu da olur. Örneğin, biri size "Çok uzun sürmez" demiş olabilir. Siz bir saatte bitme­sini beklerken, karşı taraf yarım gün olarak düşünmüş ola­bilir. Kişiler arası iletişimde, Morse alfabesinde olduğu gibi her sembolün kesin bir anlamı yoktur. Sokakta karşılaşan iki psikologla ilgili bir fıkra vardır. Biri diğerine "Günay­dın. Nasılsın?" der. Ötekisi içinden şöyle geçirir: "Acaba böyle konuşarak aslında ne demek istedi?"

Gördüklerimiz, duyduklarımız ve hissettiklerimizden bir anlam çıkarmadan duramayız. İletişimde yetenekli ve yaratıcı olduğumuz kadar, algılamada da yetenekli ve yaratıcıyızdır. Dolayısıyla, ustalıkla çıkardığımız ince an­lamlardan doğan yanlış anlaşılmalar da, boş yere öde­mek durumunda olduğumuz faturalardır. Belki asıl mu­cize, bir şeyi doğru anlayabilmemiz aslında...

İletimde bulunduğumuz zaman amacımız, karşı ta­rafa bir anlam yollamaktır. Başarılı olduğumuzdan nasıl emin oluruz? Diğer kişi mesajımızı aldığı zaman.

Gönderici, yolladığı sinyalin diğer kişiye ne anlam ifade edeceğini belirleyemez, sadece kendisinin ne de­mek istediğini bilebilir. İletimde başarısızlık diye bir şey olamaz, çünkü mutlaka bir şey iletiriz. Sadece ilettiğimiz şey, hedeflediğimiz mesaj olmayabilir. Aldığınız geribil­dirimler bundan sonra ne yapacağınızla ilgili size değerli ipuçları sağlarlar. Onlar sizin öğretmenlerinizdir.

Bir NLP önvarsayımı, bunu şöyle özetler: İletiminizin anlamı, sizin aldığınız yanıttır.

Bu NLP önvarsayımın doğru olduğunu düşünerek ha­reket ederseniz, aldığınız sonuçlar ne olur?

Merak edebilirsiniz. Yanlış anlaşılmalar nasıl müm­kün olabilir? Ve nasıl önlenebilir? Bu, genellikle karşı­mızdakinin kafasından geçenleri okumak veya iyi te­mennilerde bulunmakla değil, onun gösterdiği tepkilere dikkatimizi vererek yapılabilir. Yanlış anlaşılmaları, ciddi sonuçlara yol açmadan fark edebilmenizin tek yöntemi, dikkat edip bunları yakalamanızdır.

Bu, özellikle yöneticilerin iş arkadaşlarıyla çatışmaktan ziyade, onları motive etmek istedikleri, fiyatlar ve adetlerle ilgili yanlış iletişimin büyük maddi kayıplara sebep verebileceği iş dünyasında çok önem kazanmaktadır. Aynı za­manda satışta ve sunuşlarınızda da önemlidir. Jale'm bilgisayar sektöründe çalışan bir arkadaşı, bir müşteriyle yapacağı önemli bir toplantı için adamakıllı hazırlık yap­mıştı. Sistemin tüm özelliklerini çok iyi biliyordu ve müşte­risinin ne kadar iyi bir sistem olduğunu anlar anlamaz, bunu satın alacağına emindi. Tek yapması gereken, bunu ona anlatmaktı. Sunuşuna başlayalı birkaç dakika olmuştu ki, müşterisinin gözlerinin dalgınlaştığını fark etti. Bu gi­dişle satışı kaybedebilirdi. Kendisini bu durumdan, kâğıtla­rını yere düşürüp bunları toplarken müşterisinin dikkatini tekrar kazanarak kurtardı. Bu fırsattan yararlanarak, "Çok pardon, nerede kalmıştık? Evet bu sistemle neler yapabil­meyi arzuluyorsunuz?" diye sordu. Müşteri, iyi bir tartış­manın ardından sistemi satın aldı, çünkü sistemin kendi ihtiyaçlarını nasıl karşılayabileceğini kendi başına keşfetme fırsatı bulmuştu. Satış elemanı, farklı bir şey yaparak uyu­mu yeniden oluşturmuş ve amacına ulaşmıştı.

Bu ilke, ilişkilerde de geçerlidir. Hiç, "Hayır, yine mi?" dediğiniz bir tartışma yaşadınız mı? Aynı eski yanlış anlaşılma tekrar gündeme gelmiştir, sanki her şey yazılı bir senaryo varmış gibi yinelenmektedir Acaba neyi fark­lı yapmalısınız ki, uyumu kurarak veya yeniden kazana­rak amacınıza ulaşasınız?

Mükemmelliği modellemek, sadece hatalardan ders almaktan ibaret değildir. İstediğiniz karşılığı aldığınız bazı etkili konuşmalarınızı hatırlayın. Yaptığınız hangi şeyler işe yaramış olabilir? Sadece belirgin eylemlerinizi değil, o sırada nasıl düşündüğünüzü de anımsayın. İlk seferde başarılı oldunuz mu? Oldunuzsa ne yapacağınıza nasıl karar vermiştiniz? Birtakım ince ayarlar yapmanız gerekti mi?

Siz bir şey demek istediğinizde ve diğer kişi başka anlam çıkardığında, ortada haksız veya suçlu olan kimse yoktur. İletiminizin sorumluluğunu almak, her zaman özür dilemek zorunda olmanız anlamına gelmez. İleti­şim hatalarına yönelik yaygın bir davranış tarzı, bir suçlu aramak üzerine kurulmuştur -bulunan günah keçisi ya­şanan problemi çözebilirmiş gibi. Ne ki, hiç kimse insan olduğundan dolayı suçlanamaz. Bunun yanı sıra, suçla­ma yoluyla, öğrenme teşvik edilemez. Kendinizi ya da başkalarını suçlamak zorunda olmadığınız zaman, öğ­renmeye açık ve meraklı olursunuz. Ayrıca belirsizliklere daha tahammüllü hale gelirsiniz. Tedirgin edici bir be­lirsizlik dünyasıyla karşı karşıya gelmek, birçok kişiyi kaygılandırır. İnsanlar "belki" yâ da "bakalım" değil, "e-vet" veya "hayır" cevabını tercih ederler. Ancak, kesinlik zor yakalanır ve bedeli yüksektir. Dayanabileceğiniz tek şey, değişimdir.

İletişimin Anlamı Ne Söylüyorsan Odur!

Tam tersi davranışın sonuçları ne olabilir -yani ile­timinizin anlamının kendi söylediğinizle bire bir aynı olduğunu düşünerek davranmanızın? Bu çok çıldırtıcı bir dünya olur. Diğer insanlar söylenenden hâlâ kendi anlamlarını çıkartacaklar ve yanlış anlaşılmalar da katla­narak çoğalacaktır.

Çölde kaybolmuş bir Arap bilgesini anlatan güzel bir hikâye vardır. Bu kişi uzakta atlı insanlar olduğunu fark eder ve eşkiya olduklarını düşünerek ters yöne doğru gider. Onu takip ettiklerini görünce atını daha hızlı sü­rer.

Beş dakika sonunda hâlâ takip etmekte olduklarını görünce korkar ve atından inerek bir çalılığın arkasına saklanır. Peşindekiler, yanma kadar gelip atlarından inerler. Gelenlerin onu aramakta olan arkadaşları oldu­ğunu fark edince çok rahatlar. Arkadaşları bilgeye ne­den yolun bu kadar uzağına gelip, bu çalının ardına sak­landığını sorarlar.

Bilge şöyle cevaplar: "Durum düşündüğünüzden çok daha karışık. Ben siz buradasınız diye buradayım ve siz de ben buradayım diye buradasınız."

Sonuçta kimse istediği yerde değildi.

Bu şaşırtıcılığın ötesinde, bu, hiç de davetkâr olmayan bir suçlama, hata arama ve başarısızlıkla dolu bir dünya­dır. Eğer siz karşınızdaki insanların anlamak zorunda ol­duklarına inanırsanız, anlamadıkları takdirde bu onların suçudur. Yurt dışında yerli halkın anlamsız bakışları kar­şısında, bu kez anlaşılacağı umuduyla, ısrarla aynı tali­matı daha y-a-v-a-ş ve daha YÜKSEK sesle tekrarlayan bir Amerikalının karikatürünü gözünüzün önüne getirin.

Aynı ilke tersine de işler. Bazen de yanlış anladığınız için kendinizi suçlarsınız. Bazı insanların ise iki durumu da kendilerine göre yontmak gibi tanrı vergisi bir yete­nekleri vardır: Kendisi anlamıyorsa, bu karşı tarafın su­çudur, düşüncesini daha açık ifade etmeliydi, der; eğer diğer kişi anlamıyorsa, bu yine karşı tarafın suçudur, çünkü zorluk çıkarmaya uğraşıyordur ve böyle davranışı da hak ediyordur. Bu, öfke ve düş kırıklığı için harika bir reçetedir. Bu tip kişiler anlaşamadıklarında suçu hep karşı tarafa yüklerler.

Eminim öyle demek istemedim -" Alice konuş­maya başlamıştı ki Kırmızı Kraliçe sabırsızlıkla sözü­nü kesti.

"İşte bundan şikâyetçiyim! Demek istemeliydin! Hiçbir anlamı olmayan bir çocuk ne işe yarar sanı­yorsun? Bir şakanın bile anlamı olmalıdır ve umarım bir çocuk şakadan daha önemlidir. Bunu iki elinle bi­le denesen inkar edemezsin."

"İnkar etmeyi ellerimle yapmam" diyerek Alice karşı çıktı.

"Kimse yaptığını söylemedi" dedi Kırmızı Krali­çe. "Ben, denesen- bile yapamazsın dedim."

Aynanın İçinde, LEWIS CARROLL

Kendinizle İletişim

Kendi iletiminizin anlamının, aldığınız karşılık ol­duğu düşüncesiyle hareket etmeniz ne anlama gelirdi? Bu, bedeninizden aldığınız mesajlara, duygu ve sezgile­rinize dikkat etmeniz anlamına gelirdi.

Benim iş arkadaşlarımdan biri, önemli bir girişim için yeni bir ortaklığa hazırlanıyordu. Yaptıkları bir toplantı sırasında, ortak adaylarından birinin güvenilmez oldu­ğuna dair güçlü bir hisse kapıldı. Bunun nedenini anla­yamadı, ancak, projeye devam etme konusunda rahat­sızdı. Sonuçta girişimden çekildi. Şanslıydı, çünkü proje kötü yönetildi ve kısa sürede battı. Bu kişi, hislerini duymazlıktan gelmek yerine, sağduyusuna göre hareket etmeyi tercih etmişti.

Bedenimiz, bize birtakım sezgiler edindirmenin yanı sıra, yaşam tarzımıza kimi zaman da hastalanarak tepki gösterir. Geç saatte uyuma, uykusuzluk, aşırı çalışma ve

atlanan öğünlerden oluşan bir kombinasyon, genellikle bu tepkiyi doğurur. Bu konuda harekete geçmeniz, kendinizle ilgilenmeniz ve yaşam tarzınızı değiştirmeniz anlamına gelir. Bazen kendi ihtiyaçlarımızı dikkate al­mayız, çünkü içinde bulunduğumuz durumla baş edebi­leceğimizi düşünürüz ya da başkaları bizi bu şekilde yön­lendirir. Ancak, bedenimiz eninde sonunda ağrı veya hastalıkla cevap verir.

İlişkileri Keşfetmek

İletişim, iki insanın etkileşiminden oluşan bir süreç­tir. Eğer aldığınız tepkide bir değişim istiyorsanız, önce kendi eylemlerinizi değiştirmelisiniz. Bu, karşımızdaki kişi için "anlamı" değiştirir ve büyü bozulur. Çoğumu­zun şu şekilde düşündüğü ilişkileri olmuştur: "Bu şekilde davranmayı bir bıraksa, her şey düzelecek." Bu kişi aile­nizden biri veya bir iş arkadaşınız olabilir. Daha ayrıntılı irdelemek için buna benzer bir ilişkinizi seçin.

Sizce onların davranışında sorun yaratan ne var? Örneğin, sinirli, duyarsız veya aşırı eleştirici olduklarını düşünebilirsiniz ve bu sizi yıldırabilir, öfkelendirebilir veya tedirgin edebilir. Kendinizin ve karşınızdaki kişinin davranışını bir "etiket" vererek tanımlayın. Hangi man­tıksal düzeyde tehdit aldığınızı merak edebilirsiniz. Bu, sizin için bir kimlik meselesi mi? Yoksa inanç ve değer­lerle mi ilgili? Bu ilişkiyi düşünmek bile sizi sıkıntılı bir ruh haline sokabilir. İlişkinin bu haliyle sizi götürebile­ceği bir sonraki noktaya gitmek istemiyorsunuz. Öyleyse şimdi farklı bir şey düşünün. Bu hissi üzerinizden silkin, uzaklaştırın. NLP'de buna ruhsal durumunuzu değiştirmek denir.

İkinci olarak ilişkinin, diğer kişinin bakış açısıyla ne­ye benziyor olabileceğini hayal edin. Bu, ikinci konuma geçmektir. Sizin davranışınız onlara neler yaşatıyor? Bu­na nasıl bir etiket koyuyorlar? Nasıl hissediyorlar? De­vam etmeden önce, bu ruh halini de üzerinizden atın.

Şimdi ilişkinin dışına çıkın, uzak ve tarafsız bir göz­lemci olun. Bu, üçüncü konuma geçmektir. Bunu yap­manın iyi bir yöntemi, önünüzde bir sahne hayal etmek­tir. Her ikinizin de sahnede durduğunu düşünün. Kar­şınızdakinin yaptıklarını gözünüzde canlandırın. Kendi verdiğiniz tepkileri hayal edin.

"Bu kişinin davranışını nasıl değiştirebilirim?" soru­sunu, "Hangi hareketimle onun bu davranışını pekiştiri­yor ya da tetikliyorum?" sorusuna dönüştürün.

Ona başka ne şekilde tepki verebilirsiniz? Bu tarzda davranmaya devam etmenize yol açan dürtü ne?

İletişime girdiğinizde diğer kişiyi etkilemeyi amaç­larsınız, zihninizde belirli bir sonuç vardır. Ne istediği­nize karar vermek, NLP'nin ikinci direğidir ve bundan sonraki bölümde bu konuyu işleyeceğiz.

İnsan Davranışının Bir Amacı Vardır

En önemli soru nedir? Pek çok kişi için, şu sorular olabilir: "Hayatın anlamı nedir?", "Tanrı var mı?" veya "Neden bu­radayız?". Bunlar önemli sorulardır. Ne ki, bunların bir anlam ifade etmesi için öncelikle sorulması gereken başka bir sorumuz var.

Soru sormanızın sebebi, en başta, cevabı öğrenmek­tir. Siz bir şey istiyorsunuzdur.

Bu yüzden bize göre en önemli soru şudur:

Ne istiyorsunuz?

Yaptığımız her şeyin arkasında bir sebep bulunur. Bu­nun ne olduğunu her zaman tam olarak bilmememize karşın, her zaman bir şey isteriz. Bu en günlük, sıradan konular için bile geçerlidir. Acıktığınızda amacınız ye­mek yemektir, yorulduğunuzda ise uyumak. Sokaklar bir yere varmak amacıyla yürüyen, araba kullanan, otobüse, trene veya uçağa yetişmeye çalışan insanlarla doludur, Eğer bu böyle olmasaydı, insan davranışı rastgele ve an­laşılmaz olurdu.

Dolayısıyla önvarsayımımız şudur: İnsan davranışının bir amacı vardır.

Şu anda ne istiyorsunuz? Bu kitabı okuduğunuza göre NLP'yi anlamak, eğlenmek ve yeni fikirler keşfetmek isti­yorsunuz. Rahatlamak için de okuyor olabilirsiniz. Daha geniş açıdan bakarsak, ulaşmak istediğiniz hayalleriniz ve umutlarınız var. Kısa ve uzun dönemli hedefleriniz, iste­diğiniz ve gereksinim duyduğunuz şeyler var: Eşyalar, ye­tenekler, iş, ilişkiler, ruh hali, çalışma ve varoluş yollan. Dünyada yaratmak istediğiniz bu hedeflere, NLP'de so­nuçlar adını veriyoruz. Sonuç, hedeften çok daha özgül­dür. İstediğinize ulaştığınızda ne göreceğinizi,-ne duya­cağınızı ve nasıl hissedeceğinizi biliyorsanız, bu bir sonuç* tur. Hedefler istediğiniz, sonuçlar ise yarattığınız şeyler­dir. Hiçbir şey yapmasanız bile, hayatınızda sürekli bazı sonuçları yaratırsınız. Önemli olan, "Bunlar istediğiniz so­nuçlar mı?" sorusudur. Hepimiz biliyoruz ki, her zaman istediğimiz şeyleri başaramayız; bu, bazen sizin kontrolü­nüz dışında kalır, bazen de yeterince iyi planlayamamanızın sonucu olarak doğar. Ancak, ne istediğinizi bilmiyor­sanız, bunu elde etme şansınız zaten olmaz. Kendi haya­tınızda başat itici güç olmanızın yolu, istediğiniz sonuçla­rın ne olduğunu belirlemekten geçer. Bu, sadece yeni yıla girerken olduğu gibi zaman zaman yapılacak bir etkinlik değil, yeni bir düşünme şeklidir. Eğer istediğiniz sonuçla­rı belirlemezseniz, bunu ya şansa bırakırsınız ya da sizin neye ulaşacağınıza başkaları karar verir.

İstediğiniz sonuçları belirlerken, kendinizi şu an mümkün gibi görünenlerle kısıtlamayın. İlk başta size imkânsızmış gibi görünen, ancak, şimdi geriye baktığı­nızda nasıl başardığınızı düşünerek gurur duyduğunuz pek çok şey olabilir yaşamınızda. Dolayısıyla istediğiniz her sonucu seçebilirsiniz. Şu an size mümkün gözüküyor mu bunu fark edin yeter. Ne istediğimize karar vererek, her gün geleceğimizi yaratırız aslında.

Bazı insanlar genelde iki sebepten ötürü istedikleri sonuçları belirlemezler. Ya riske girmekten, hata yap­maktan ve boşa zaman ve çaba harcamaktan korkarlar; ya da özgürlüklerini ve kendiliğindenliklerini kaybet­mekten çekinirler. Bu tepkilerin ikisi de anlamlı olmakla birlikte, kendi kendimizi kısıtlamamıza yol açar.

Daha iyi bir yöntem, kendinize bir sonucu, aldığınız geribildirim doğrultusunda değiştirmek veya dikkate almama izni vermenizdir. Ne istediğinizi bilin, elde ettik­lerinize karşı duyarlı olun ve gerektikçe yaptıklarınızı değiştirin.

"Ne istiyorsunuz?" sorusu, sizi çözüme ve arzuladığı­nız sonuçlara doğru götürecek sonuçlar üretir. Sık rast­lanan, "Sorun nedir?" sorusu ise, mevcut durumdaki yanlışlığa odaklanır ve sizi ileriye götürmez. Probleme odaklanmak, şu tür sorular çağrıştırır: "Neden böyle bir problemim var?", "Bu problem beni nasıl engelliyor?", "Kim suçlu?". Sorunun tarihsel nedenlerini bulmak ve suçu birine yüklemek, içinde bulunduğunuz bu darbo­ğazdan bir çıkış yolu sağlamaz size.

Sonuçlar

İstediğimiz sonuçları üç nedenden dolayı elde ede­meyiz.

Bunlar, gerçekçi anlamda ulaşılabilir değildirler. Yeterince güdüleyici değildirler.

Arzu edilebilir nitelikte olmalarına karşın, daha ge­niş bir bakış açısından istenmeyebilirler.

Bir hedefi sonuca dönüştürmek, yani gerçekçi, ulaşılabi­lir, güdüleyici ve arzu edilir hale getirmek için, onu de­ğişik açılardan irdelemelisiniz.

Olumlu bir şekilde ifade edin.

Bu, istemediğiniz yönden uzaklaşmak yerine, istedi­ğiniz yöne doğru gitmek anlamına gelir. Olumsuz ifadelendirilmiş bir sonuç bildirgesi, alışverişe "iste­mediklerim listesi" ile gitmeye benzer. Çok zor ve çok yaygın iki hedef nedir? Kilo vermek ve sigarayı bırakmak. Bunların zorluğu, olumsuz olarak tanım­lanmalarına dayanır. İçinde "vermek", "bırakmak" veya "istememek" gibi kelimeler olan hedefler olum­suzdur. Sizce olumsuz ifadeli hedefler neden zor­dur? Şu olumsuz hedefi bir deneyin: Komşunuzu düşünmemeye çalışın. Ne yaparsanız yapın, komşu­nuzla ilgili düşüncelerin kafanıza gelmesine izin vermeyin. Bunu söylediğimde aklınıza ne geliyor? Komşunuz hakkında düşünmemek için öncelikle onları aklınızdan geçirmeniz gerekiyor ki, neyi düşünmeyeceğinizi bilesiniz. Ne yapmamanız gerekti­ğini aklınızda tutmanız gerekiyor ve o zaman da bu­nu zaten yapmış oluyorsunuz. Şimdi ailenizi düşü­nün. Bu kolaydır ve bunu yaptığınız zaman, otoma­tik olarak komşunuzu unutursunuz.

Olumsuz bir sonucu olumluya çevirmek için, "Bu hedefe ulaşmam bana ne yarar sağlar?" veya " Bunun yerine neyin olmasını istiyorum?" diye sorun. Örne­ğin, "sigarayı bırakmak", ."sağlıklı ciğerlere sahip ol­mak", "daha sağlıklı ve dinç olmak" veya "daha fazla para kazanmak" sonucuna dönüşebilir.

Sizin ve başkalarının ne yapmaları gerektiğini belirleyin. Sonucun olabildiğince büyük kesimini kendi kontro­lünüz altına alın. Eğer başkalarının sizin için bir şey­ler yapmaları gerekiyorsa, sizinle birlikte onların da önemli bir şeyi elde edecekleri bir "kazan-kazan" so­nucu yaratmaya çalışın. Başkalarının yardımı olmak­sızın az şey başarabiliriz. Eğer olabilecekleri onların açısından görerek, sizinle birlikte onların da kazan­masını sağlamazsanız, size ancak bir kere yardım ederler veya hiç etmezler. Kendinize şunu sorun: "Başkalarının istediğim sonuca ulaşmamda bana yardım etmeyi istemeleri için ne yapmalıyım?"

Sonucu olabildiğince özgül hale getirin.

Sonucu tüm ayrıntılarıyla hayal edin. Ulaşması ne kadar sürecek? Mümkünse, gerçekçi bir zaman sınır­laması ve bitiş tarihi belirleyin. Bazı sonuçlar, bitiş tarihine kadar bir oluşum gerektirir; bazılarının ise bitiş tarihinde olmaları yeterlidir. Örneğin, eğer is­tediğiniz sonuç, gelecek hafta işinizde terfi etmek ise, bu sorumluluğu anında taşıyabilecek hazırlığınız olmayabilir. İstenen sonuç nerede ve ne zaman ger­çekleşmeli? Hayatınızın hangi bölümlerinde veya hangi ortam ve durumlarda bunu istiyorsunuz? Ör­neğin, hediye alma ve dışarıda yemek yeme konu­sunda gönül rahatlığıyla para harcamayı sadece tatil sırasında isteyebilirsiniz. Tatil bittiğinde ise, farklı bir para harcama tarzını tercih edebilirsiniz. Hedefi kimle istiyorsunuz ve kimle istemiyorsunuz? Örne­ğin, daha rahat ve çocuksu olmayı çocuklarınızın yanında isteyip, patronunuzlayken istemeyebilirsiniz. Sonucu ne kadar özgülleştirirseniz, o kadar gerçekçi olur ve siz de oraya ulaşmak için çeşitli fırsatları fark edersiniz.

Başarı göstergelerini tespit edin.

Sonuca ulaştığınızı nasıl anlayacaksınız? Bu gerçekten önemli bir sorudur. Bitiş çizgisini görmeden, yarışın sona erdiğini bilemezsiniz. Kanıtı beş duyunuzla algı­larsınız. Tam olarak ne görecek, ne duyacak ve ne hissedeceksiniz? Sonucu elde etmeden önceki son kanıt parçası nedir? Örneğin, daha sağlıklı olmanın kanıtı daha ince bir bele sahip olmak, canlı ve enerjik uyanmak ve öksürmek yerine, rahat nefes almak ola­bilir. Boyunuza uygun kiloya indiğinizde, görünüşü­nüz bir bütün olarak daha sağlıklı olduğunda ve en az bir arkadaşınız daha iyi gözüktüğünüzü söyledi­ğinde, sonuca ulaştığınızı anlayabilirsiniz.

Geribildirim almadan bir sonuca ulaşamazsınız veya bir şey öğrenemezsiniz. Geribildirimi ne kadar çabuk alırsanız, o kadar yararlı olur. Söz gelimi, bir yabancı dil öğrendiğinizi düşünelim. Sınav sonucu- nu bir hafta sonra alıyorsunuz Geribildirimi alana ka­dar ilk sınavı unutur, bu arada aynı hataları yapmaya devam edersiniz. Eylem ile geribildirim arasındaki süre ne kadar uzarsa, hatanızı düzeltmeniz ve öğrenmeniz o kadar güçleşecektir. İlişkiler söz konusu olduğunda, eşler arasında iyi iletişim için bu geribildirim gereklidir ve "Neden bunu daha önce söylemedin?" konuşmaları ile başlayan kalp kırıklıklarını önler.

Elinizdeki kaynakları değerlendirin.

En başta akla gelen kaynaklar para ve doğrudan kul­lanabileceğiniz maddi gelirlerdir. İnsanlar da birer kaynaktır. Size doğrudan yardım edebilirler veya on­ları örnek alabilirsiniz. Eğer istediğinize benzer bir sonuca önceden ulaşmış olan kişiler varsa, onlara nasıl başardıklarını sorabilirsiniz. Ayrıca tarihi kişi­liklerden, roman veya film kahramanlarından fayda­lanabilirsiniz. Tek önemli olan, onların da benzer bir zorlukla karşılaşmış olup bunun üstesinden gel­miş olmalarıdır.

Kişilik özellikleriniz ve yetenekleriniz de birer kaynaktır. Örneğin, azim, kolay iletişim kurma ve uyum sağlama gibi yetenekler size yardımcı olurlar. Eğer ihtiyaç duyacağınız bazı özellikler varsa ve bun­lara henüz sahip değilseniz, bunları nasıl geliştirebi­leceğinizi düşünün. Bunu eğitimle, diğerlerini ör­nek alarak veya bu özellikleri kendinizde keşfedip ilerleterek (öz-modelleme) yapabilirsiniz. Hayatını­zın bir kesiminde kullandığınız bir özelliği başka yöne aktarabilirsiniz. Kaynaklarınızın bir listesini yapmak da işe yarayacaktır. Bunların hepsine gerek­sinim duymayabilirsiniz, ama yine de ne kadar çok seçeneğe sahip olursanız, istediğiniz sonuca ulaşma­nız o derece kolaylaşır. Üstelik yardım sever insan­lar, beceriler ve araçlarla dolu bir kaynak listesine bakmak oldukça yüreklendiricidir.

Sonuca ulaşmanın neticelerini ve yan ürünlerini göz önüne alın.

George Bernard Shaw bir keresinde, hayatta iki tra­jedi olduğunu söylemiştir. Bunlardan biri kalbinizin arzusuna ulaşamamaktır. Diğeri ise buna ulaşmaktır. Bunu söylerken, mutlaka arzunuza ulaşırken karşı­laştığınız, aslında hiç dilemediğiniz diğer şeyleri dü­şünüyordu. Efsanede Kral Midas her dokunduğu­nun altın olmasını istedi. Öyle de oldu, ne ki, arka­daşları, sevdikleri, yiyecek ve içecekleri de altına dönmüştü.

Sonucu, değişik açılardan değerlendirin. Bunu yapmanın en iyi yöntemlerinden biri, sizin için önemli olan kişilerle empati kurarak onların yerine geçmektir. Sonucunuz onların bakış açısıyla nasıl gö­züküyor? Onları nasıl etkiliyor? Bunun hakkında nasıl hissediyorlar? Bu şekilde düşünürseniz, onların güve­nini kazanırsınız ve size daha fazla yardım ederler.

Başka neler olabilir? Nelerden vazgeçmeniz ge­rekecek? Örneğin, sonucunuzun ev değiştirmek ol­duğunu düşünelim. Gündeme gelecek konular şun­lar olabilir: Dükkânlara ulaşımınız nasıl olacak? Ar­kadaşlarınızdan ne kadar uzaklaşacaksınız? Onları görebilecek misiniz? Bu semtteki sosyal olanaklar nasıl? İşe gidip gelmek kolay olacak mı? Çocuklar i-çin okul imkânları nasıl?

İstediğinize sahip olmakla nelerden vazgeçecek­siniz? İşteki bir terfi, yeni bir patronu, daha uzun ça­lışma saatlerini ve değişen iş ilişkilerini getirebilir. Aynı zamanda bunun için harcamanız gereken za­manı, parayı ve hem zihinsel hem de fiziksel çabayı düşünün. Belirlediğiniz hedef, bu yatırımları yap­maya değer mi?

• Şimdiki davranışınızın olumlu yan ürünlerini fark edin.

Mevcut durumun bazı iyi özellikleri olabilir. Eğer olmasaydı, durumu şimdiye kadar çoktan değiştirmiş olurdunuz. Bunları ulaşmak istediğiniz sonuçla nasıl bütünleştirebilir, böylece mevcut durumunuzun olumlu yönlerini nasıl koruyabilirsiniz?

• Sonucunuz daha geniş çaplı planlarınızla ne kadar ilişkili ?

Sonucunuz daha kapsamlı bir sonucun parçası gibi görünüyor. Bu sonucu diğer planlarınız ve önemli hedeflerinizle ilişkilendirin. Bu, neyi başarmanızı sağlıyor ve neden önemli?

Değerleriniz ve yaşam amacınızla bağlantılandırdığınızda, sonucunuz güdüleyici hale gelir. Önemsiz görünen veya yaşamınızın geri kalan kesiminden kopuk bir sonuca kendinizi adamanız zordur.

• Hangi küçük sonuçlar, bu sonucun parçaları olabilirler?

Sonucunuz başta büyük ve ulaşılması güç gözükebi­lir. Önünüzde engeller olabilir. Bu sonucu, daha küçük ve daha rahat idare edebileceğiniz bir dizi so­nuca bölmeniz gerekebilir. Bunu hangi sırayla yapa­cağınıza karar verdikten sonra, işe başlayın.

Sonuç, benlik duygunuz ve kimliğinizle tutarlı mı? Size uygun mu? Bunun doğru olduğunu hissediyor musunuz? Eğer öyleyse, içgörülerinize yapışın ve derhal yapabileceğiniz bir şeyi de dahil ettiğiniz bir eylem planı hazırlayın. Harekete geçmedikçe iste­nen sonuç bir hayal olarak kalır. Bu sorular aracılı­ğıyla, sonucunuzu süzüp inceltmenizi sağlayacak bir yazılım vardır.

Sonuç Kontrol Listesi

•        Sonuç, olumlu mu tanımlanmış, yani istemediğiniz durumdan kaçmak yerine, istediğiniz duruma mı odaklanmış?

•        Bu sonuca başlayabilir ve sürdürebilir misiniz? Siz ne yapmalısınız ve başkaları ne yapmalı? Size yardım etmeleri için onları nasıl ikna edebilirsiniz?

•       Sonuç özgül mü? Bunu ne zaman, nerede ve kiminle birlikte istediğinize dair kesin bir görüşünüz var mı?

•       Sonuca ulaştığınızı gösterecek duyumsal göstergeler neler? Ne görecek, duyacak ve hissedeceksiniz?

•       Bu sonuca ulaşmanıza yardım edecek ne gibi kaynak­larınız bulunuyor? Maddi kaynaklarınızı, tanıdıkları­nızı, rol modellerini, becerilerinizi ve kişilik özellik­lerinizi sıralayın.

•       Olabilecekleri daha geniş açıdan görün. Nelerden vazgeçmeniz gerekecek? Başkaları nasıl etkilenecek? Bu sonuç, ne gibi maddi ve manevi yatırımları gerek­tirecek? Bunlara değer mi?

•       Şu andaki ruh halinizin iyi yönlerini istenen sonuca nasıl dahil edebilirsiniz?

•       Bu, hangi büyük sonucun bir parçası?

•       Bunu destekleyecek daha küçük sonuçlar oluştur­manıza gerek var mı? Önünüzde engel var mı?

•       Size uygun mu?

•       Harekete geçin!

Kaynaklar Öz-Modelleme

Sonuçlar sizi, tatminkâr olmayan şimdiki durumdan, arzulanan bir başka duruma taşır. Bazı kişiler şimdiki duruma ve bunda nelerin yanlış gittiğine, bazıları da gelecekteki arzulanan duruma ve beklenen ödüllere odaklanırlar.

Bir durumdan diğerine geçebilmek için, kaynaklara gereksinim duyarız. İhtiyacımız olan bu kaynaklara zaten sahibizdir. En azından belli zamanlarda her birimiz mü­kemmellik örnekleri sergileriz ve NLP ile bu kaynaklan tekrar harekete geçirebiliriz. İçinizde ne kadar çok kaynak bulursanız, dışarıya o kadar az başvurursunuz. Gücünüz vardır -NLP'yi kullanmaya başladığınızda artık kurban ola­rak kalmayacaksınız. Yanıtları dışarıda aramak durumunda değilsiniz ve yeterli olduğunuzu fark ettiğinizde, haset duygusunun bir anlamı kalmayacak. Kaynaklarınızı dev­şirmek için, yaşantınızda nelerin işe yarayıp nelerin yara­madığını düşünün. Her günün sonunda neleri iyi yaptığı­nızı hatırlayın ve kolaylıkla dönüp hatırlayabileceğiniz bir kaynak koleksiyonu oluşturun.

Jale, bir dizi koç ve psikologdan yardım almış o-lan iyi bir tenis oyuncusuyla çalışıyordu. Rehberlikte önemli olan, zayıf alışkanlıklara dikkat çekmek yerine, iyi olanların güçlendirilmesidir. Halbuki diğer koçlar bu­nun tersini yapmışlardı. Oyuncu, neleri yanlış yaptığını çok iyi biliyordu ve oyun sırasında bu hareketlere odak­lanıyordu. Bu da onun iyi oynamasını engelliyordu.

Jale, "odaklanma" kelimesini kullanarak, ondan geçmişteki iyi oynadığı ve her şeyin "doğru" gittiği pek çok oyunu hatırlamasını istedi. Profesyonel sporculuğun en yüksek seviyelerindeki farkı yaratan, odaklanma ve zihinsel becerilerdir. Bu odaklanma durumu, bilinçli denemeyle ve analizle yakalanmaz. Bir şeyi yapmaya "ça­balarken", onu yapamazsınız. Tenis oyuncusu artık hata­larından kaçınmaya çabalamak yerine, kendi mükem­mellik anlarını modellemekte, böylelikle bu durumlara daha kolay ve daha sık girebilmekteydi. Bunun sonu­cunda başarısı büyük oranda arttı. Artık kendisine adil davranmaya başladı.

Öz-modelleme bir sonuç ile başlar:

Kendinize sorun, "Ben ne istiyorum?"

Bir sonraki soru, "Buna daha önce ne zaman sahip ol­dum?" (Herhangi bir bağlamda olabilir.)

Az da olsa benzer bir örnek bulduğunuzda, şunu so­run, "Yaptığım hangi eylem işe yaramıştı?"

Bunu olabildiğince eksiksiz hatırlayın. Nasıl düşünmek­teydiniz ve hangi harekeüeri yaptınız? O zamanlar neye inanıyordunuz? Öz-modellemede inançlar çok önemli­dir; mükemmelliği engeller ya da serbest bırakırlar. Muhtemelen şunlara benzer inançlarınız vardı: "Bu mümkün", "bu kolay", "bu önemli" veya "başarıyı hak

ediyorum". Şu anda istediğiniz kaynağı ne zaman kul­landınız ve etkisi nasıldı? Hoşunuza gitti mi? Başkaları üzerindeki etkisi nasıldı? Memnun kaldılar mı? Yoksa ürktüler veya anlamadılar mı?

Hatırladığınız deneyimle ilgili önemli olan noktalar neler olabilir? Bunun aklınızda kalmasının özel bir ne­deni olabilir. Şartlar sıradışı olabilir, kendinizi şaşırtmış olabilirsiniz veya bir başkası önemli bir katkıda bulun­muş olabilir. Neden hangisi olursa olsun, içinizdeki kay­nağı daha kolay harekete geçirmek için, benzer bir du­rumu tekrar yaratmanızı kolaylaştıracağı kesindir.

Son olarak, bu deneyiminizden neler öğrendiniz? Ne gibi sonuçlar çıkardınız ve bunlar hâlâ geçerli mi?

Öz-modelleme, doğrudan doğruya sonuca ulaşma­nız ya da ihtiyacınız olan kaynakları açığa çıkarmanız konusunda size yardımcı olacaktır. İstediğiniz sonuca karar verdiğiniz zaman, bunu sabit tutup oraya ulaşana kadar davranışınızı değiştirin. Belki de aldığınız geribil­dirimlerden, bu sonucun sizin için doğru olmadığını anlayacaksınızdır. Eğer yaptıklarınız işe yaramıyorsa, başka bir şey yapın. En esnek kişiler, istediklerine ulaşma şansları en yüksek olanlardır.

İç uyum ve Uyumsuzluk

Bir sonuç saptadığınızda, yaşantınızı şu an olduğu halden tercih ettiğiniz başka bir hale doğru değiştirmeye çalışıyorsunuz demektir. Şimdiki durumdan arzu edilir du­ruma doğru ilerlersiniz. Bazen değişim kolay olur, ba­zense zor. Kinli zaman iç bütünlüğümüzü sağlarız - de­ğişime kendimizi tam anlamıyla adarız ve iç uyumumuzu kurarız. Kimi zaman ise bu uyumu sağlayamaz ve iç ça­tışmalar yaşarız.

Bu çatışma iki şekilde yaşanır. İçsel uyumsuzluk, aynı anda iki farklı şey yapmak istediğinizde, eşzamanlıdır. Söz gelimi, bir kişinin sizden yardım ricasında bulunduğu ve bunun kendi işinizi engellediği bir durumla muhakkak karşılaşmışsınızdır. Onu memnun etmek istersiniz, Ama aynı zamanda yapmakta olduğunuz işe devam etmeyi de istersiniz. Dolayısıyla cevap olarak "evet" dersiniz ancak vücudunuz ve ses tonunuz "hayır" demektedir. Yani "evet" cevabınız aslında "evet ama..." dır. Başka bir örnek ise, bi­tirmeye çabaladığınız bir işi yaparken, aklınızın sürekli başka konulara takılıp kaldığı zamanlardır. Bir parçanız işi bitirmek isterken, diğer parçanız ara vermek istemektedir; üstelik ikisi de bunu aynı anda istemektedirler!

Bu tür bir iç çatışmanın alıcı ucunda olmak rahatsız edicidir, özellikle de çocuklar için. Belki çocukken gurur duyduğunuz bir şey yapmışsınızdır, örneğin bir resim. Bu­nu heyecanla bir büyüğünüze gösterdiğinizde, sıkılmış ve­ya homurdanan bir sesle "Evet, çok güzel" dediği zaman yaşadığınız şaşkınlığı anımsıyor musunuz? Doğrudan bir reddedilmeyi kabul etmek daha kolaydır -en azından hangi noktada olduğunuzu anlarsınız. İç uyumsuzluk, size karma bir mesaj verir. Hangisini dikkate almalısınız? İç ça­tışma yaşayan yetişkinlerin yanındaki çocukların özgüven düzeyleri düşük olur. Aslında onların çok haklı olarak güvenemedikleri, büyüklerin tepkileridir.

Başkalarının iç çatışmalarıyla beceriyle baş edebil­mek için, bunun ne anlama geldiğini anlamanız gerekir. Daha sonra bunu sorgulayabilirsiniz: "Evet dediğini fark ettim, ancak, sanki şüphe duyduğun hususlar var. Kafandaki soru işaretlerini bana açar mısın?" Özellikle çalışanların müşterilerindeki iç uyumsuzluğu fark etmeleri önemlidir, çünkü bu tutumun altında ürünle ilgili yanıtlanması gereken itirazlar saklıdır.

İkinci çeşit iç uyumsuzluk sıralıdır. Bir şeyi yapar ve sonra keşke yapmasaydım dersiniz. Sanki ilk "siz", bir şekilde ikinci "siz"den farklıdır. Bu tür iç uyumsuzlukla, biri size bir söz verip de, bunu yerine getirmediğinde karşılaşırsınız.

Sanki bazen aynı yöne, bazen de değişik yönlere çe­kilen bir ekip gibi veya bazen ahenkli bazen de uyumsuz çalan bir orkestra gibi, birçok parçadan meydana geliyo­ruz. Tanıştığımız her insan karşısında aynı kişi değiliz-dir. Partideki arkadaşlarınıza, işlediğiniz hatadan dolayı sokakta sizi durduran polise ve küçük çocuklara nasıl farklı davrandığınızı hatırlayın. Her farklı durumda baş­ka bir parçamız ortaya çıkar. Yekpare bir kişilik yapımız olmasa bile, bu farklı parçalarla ilgili bir birlik duygu­muz vardır; bunlar aynı ekibin ve aynı orkestranın parça­larıdır. Siz, davranışınız değilsiniz. Takımın herhangi bir üyesi veya orkestradaki herhangi bir çalgıcı değilsiniz. Takım bir arada çalıştığında ve orkestra ahenkle çaldı­ğında, iç uyuma ulaşırsınız.

Bilinç ve Bilinçdışı

Bütünlük "ya hep ya hiç" türünden bir durum de­ğildir. Bazen diğer zamanlara göre iç uyumumuz daha yüksek olur ve çoğu zaman da bütünlüğümüzün neden bozulduğunu bilemeyiz. Bazen bizi bir hareketi yapmaya neyin ittiğini anlayamayız. "Kendimizin yanı başın-daymışız gibi hissederiz. Neredeyse tüm psikoloji dalla­rında olduğu gibi, NLP de kişinin kendi kendinin çevresinin farkında olan yanı -bilinçli zihin- ile farkında olmayan yanı -bilinçdışı zihin- arasında temel bir ayrım yapmaktadır. Bilinçli zihnimiz kararları verir, düşünür, analiz eder, yön verir ve sanki her şey onun kontrolü al-tındaymış gibi davranır. Bir ışıldak gibidir. Akim ışığını saçar ve bizi çevreleyen geniş karanlığı analiz eder. Gör­düklerinin, var olanların tamamı olduğuna inanabilir. Oysa psikoloji alanındaki klasik çalışmalara göre, bilinçli dikkatimizi aynı anda beş ila dokuz parça konudan fazla­sına veremeyiz. Bunu deneyimlendirmek için, bu kitabı dikkatle okurken şunların da farkına varın: Çevrenizdeki sesler, sol ayağınızdaki his, ağzınızdaki tat, elinizde kita­bı tutmanın verdiği duyum, nefes alışınız, kalp atışınız... Kısa zamanda bilincinizin sınırlarının farkına varacaksı­nız.

Bilinçdışının çok daha geniş bir etki alanı vardır ve bilincimizden daha fazla şeyi başarabilir. Eğer nasıl yü­rüyeceğinizi, konuşacağınızı ve yazacağınızı bilinçli ola­rak düşünmeniz gerekseydi, her şeyin ne kadar zahmetli ve ağır olacağını bir düşünün. Bu işlemleri yapmak için her kas grubunuza ayrıca bir emir vermeniz gerekmez; bunların hepsi bilinçdışınız tarafından yürütülür. Öğ­renme ve değişim, daima ilk önce bilinçdışında başlar. Ardından biz değişimin farkına varır ve onu yaşamımıza katarız.

Bilinçli zihnin muhakemeleri ve içgörüleri vardır, ancak, kendi başına değişimi gerçekleştirecek güce sa­hip değildir. Yaşantınızda yapmak istediğiniz bir değişik­liği düşünün. Eğer bu bilinçli bir irade meselesi olsaydı, bunu çoktan gerçekleştirirdiniz. Oysa değildir, ama biz kendimizi iradesiz olmakla suçlarız. Jale çok fazla si­gara içmekteydi. İradesini kullanarak defalarca bırakma-ya çabaladı. Bunun zararlı bir alışkanlık ve boşa harca­nan para olduğunu biliyordu, ama gene de bir sonraki sigarayı yakmaktan kendini alıkoyamıyordu. Derken müstakbel eşiyle tanıştı. O içmiyordu ve başlamaya da niyeti yoktu. Jale'nin içmesine ilişkin pek bir şey demi­yor ve bırakması için ikna etmeye de çalışmıyordu. Buna rağmen Jale, birkaç gün içinde sigarayı bıraktı. Bunu irade gücüne ihtiyacı olmadan kolayca başarabilmişti.

Davranış ve Niyet

Biz amacını bilinçli olarak anlasak da anlamasak da, davranışlarımızın büyük bir kesimini bilinçdışımız kont­rol eder. Daha derindeki güdülerimizi anlamak için, bi­linç ve bilinçdışımız arasında bir köprü kurmamız gere­kir. İçsel bütünlüğü, bu ikisi arasındaki uyum sağlar. Ba­zen bilinçli olarak irdelediğimizde, kimi davranışlarımı­za anlam veremeyiz, ancak, bunların ardında iyi neden­ler bulunmaktadır. Bilinçdışımız bizi günde 24 saat des­tekler. Hiçbir zaman nefes almayı unutmayız ve kalbimiz atmayı hiç unutmaz.

Burada NLP'nin en önemli önvarsayımlarından iki­sini buluyoruz:

Bilinçdışı iyilikseverdir.

Tüm davranışların olumlu bir niyeti vardır.

Davranışımız, sürekli olarak bizim için değerli bir şeyler başarmaya çabalar. Bazı davranışların olumsuz gözük­mesi, aslında bunların amacını fark etmememizde yatar. İntiharın bile olumlu bir niyeti olabilir. Özü yok etme olarak gördüğümüz intihar girişiminde bulunan kişiler, onların dünyalarını anladığımızda bize anlamlı gelebile­cek nedenler öne sürerler: Huzur bulmak veya yaşadık­ları acıdan kurtulmak gibi.

Bir edimin arkasındaki olumlu niyeti nasıl keşfede­riz? Çok basit bir soru sorun ve bu soruya yanıt bulana kadar devam edin: "Bu davranış bana ne kazandırıyor?" Bu şekilde amaç ve yöntem arasındaki ayrımı yapabilir­siniz. Amaç, değerlidir. Yöntemin ise değerli olması ge­rekmez.

Bunun doğru olduğunu düşünerek eyleme geçtiği­nizde, kendinize güvenir ve kendinizin en kötü düşmanı olduğunuzu sandığınız anlarda bile, en iyi dostunuz ol­maya başlayabilirsiniz. Kendinizi kabul edersiniz ki, bu da kişisel değişimin ilk adımıdır. Eğer varolanı kabul etmezseniz, onu değiştiremezsiniz.

Toplantıda şiddetli bir şekilde tartışan kişileri izler gibi, kendi içinizde çatışan parçalan izleyin. İçinizdeki farklı parçaların, iç uyumsuzluğunuzun peşinden gitti­ğinizde, iç uyumunuzu sağlarsınız, benliğiniz yerine otu­rur ve daha açık bir benlik anlayışı edinirsiniz. Davranış­larınız hakkında merak duymaya başlarsınız. Ne kadar ilginç! Ne kadar garip! Acaba bunun amacı ne olabilir? Bunun yanı sıra, diğer insanları anlamaya başlar ve onla­rın inanç ve değerleri, geçmiş deneyimleri ve ruhsal du­rumlarına sahip olarak, onların yerinde olsaydınız, on­lardan farklı davranmayacağınızı fark edersiniz.

Özkabul ve özbağışlama, doğal özelliklerdir. Bunlar, canlandırmak için mücadele vermemiz gereken yeni bir dizi erdem olmaları gerekmez. Kuşkusuz, bunlar "iyi ol­mak" anlamına gelmez. Yaşadığımız bu büyüleyici ve tah­min edilmesi güç dünyaya verilecek mantıklı tepkilerdir.

Kendimizi affedebildiğimizde, başkalarını da affedebiliriz. Herkesi gerçekten tanımak, herkesi affedebilmek demektir.

Bu, ahlâk diye bir şey olmadığı ve her şeyin hoş gö­rüleceği anlamına gelmez. Doğru ve yanlış gibi kavram­ların bulunmadığı anlamına da gelmez. Davranışlar iğrençleşebilir. İnsanoğlu zalim ve kötü eylemler yapabil­me yetisine sahiptir ve bunların durdurulması ve ön­lenmesi gerekir. Ama birçok cinayet işleyen bir katilin davranışının altında bile, kendisi bilinçli olarak bunu bilmese de, olumlu bir niyet bulunur. Sizin veya toplu­mun bakış açısından bu davranış zararlıdır ve durdu­rulmalıdır. Buna karşın, gene de bu davranışın ardında­ki niyeti onurlandırabilir, bu davranışın ardında bir in­sanoğlu bulunduğunu görebilirsiniz. Niyeti onurlandı­rın ve davranışı değiştirin.

Hem kişisel hem de kurumsal bazdaki pek çok deği­şim çabası, ancak kısa dönemde işe yarar. Bunun nedeni, davranışın ardındaki niyetin tatmin edilememesidir. Do­layısıyla başka yerden patlak verir ve siz de kendinizi belir­tilerin peşinden koşar halde bulursunuz. Böyle durum­larda geriye dönüp, davranışın size ne sağladığını sorun.

Derinden Gelen Sinyaller

Eğer bilinçdışının iyilik amaçladığını öngörürsek, buradaki inanılmaz zengin kaynaklara inmeye ve güç kazanmak için kendi içimize bakmaya başlayabiliriz. Bilinçdışımızı dostumuza dönüştürebiliriz. Onunla nasıl uyum sağlarsınız? Karşılıklı saygı ve güvenle ve onun size yolladığı mesajlara dikkat ederek.

Bilinçdışı ne gibi sinyaller gönderebilir? Öncelikle, sizin olağan karakter yapınıza son derece ters düşen alışkanlıklarınız ve tekrarlanan davranışlarınız, dikkate alınmamış bir parçanız olduğunu gösterir. Bilinçdışı, bilincinizi dengeler. Dolayısıyla karakterinize uymayan davranışınız, bilinçli zihnin ihmal ettiği önemli bir niyeti gösterir. Bunu tekrarlamayacağınıza dair söz vermeniz işe yaramaz, "çünkü söz veren tarafınız, bu davranışı ger­çekleştiren tarafınız değildir.

Acı veya hastalık diğer bir sinyaldir. Grip olduğu­nuzda, bu belirtilerin olumlu niyeti bedenin şifa bulma­sıdır. Çektiğiniz acının olumlu niyeti ise, bir şeylerin ters gittiği ve önlem almanız gerektiğini bildirmektir.

Stresin yarattığı baş ağrısı bir başka örnektir. Pek çok kimsenin gösterdiği ilk tepki, ecza dolabından bir aspirin alıp yutmak olur. Bu, ağrımızı azaltabilir gerçi, ama bir dahaki sefere stresten kaçınmak için ne yapma­mız gerektiğini bize öğretmez. Üstelik ağrı kesiciler çoğu kez stres kaynaklı baş ağrısında zaten işe yaramaz. Baş ağrısı bir sinyaldir ve onu görmezden geldikçe daha da azıtacaktır. Bu, dikkat çekmeye çalışan bir çocuğun çı­kardığı gürültüye benzer. Çoğu zaman baş ağrısı, onu dikkate alıp, "Bana ne söylemeye çalışıyorsun?" dediği­nizde azalır. Bu tıbbi müdahalenin gerekli olduğu du­rumların yerine geçecek bir çözüm değildir. Ne ki, pek çok psikosomatik rahatsızlıkla baş etmekte işe yaramak­ladır.

lan, bir pazartesi sabahı dişinin ağrıdığını fark et­mişti. Diş ağrısı göz ardı edilemeyecek bir sinyaldir ve dişinizi bir uzmana göstermeniz gerektiğini açıkça bil­dirir. Adam'ın birkaç günlük iş programı çok doluydu ve dişçiye gidecek zamanı bulması çok zordu. Apaçık gö­rünen iki seçenek vardı -ağrı kesici almak veya dişçiye gitmek. O üçüncü seçeneği tercih etti. Yaşadığı dene­yimi irdeledi. Ağrısı bir ikaz gibi görünüyordu, dolayı­sıyla onunla pazarlığa girdi. Bilinçdışına, gönderdiği bu sinyal için teşekkür etti, çünkü o olmadan dişinde bir problem olduğunu bilemezdi. Sinyali kabul etti ve ona bir anlaşma önerisi götürdü. Eğer bilinçaltı sinyali dur­durarak ağrıyı keser ve çalışmasına izin verirse, hafta­nın sonunda dişçiye giderek dişine baktıracağına söz verdi. Eğer dişin acil ilgiye gereksinimi varsa, sinyalin, yani ağrının bütün sabah boyunca sürmesini istedi. Bu durumda hemen dişçiden randevu alacaktı. Yarım saat içinde ağrısı dinmişti. Bütün hafta boyunca sorunsuz bir şekilde işlerini tamamladı ve sözünü tutarak hafta sonunda dişçiye gitti.

Derhal hoşnut edici olmayan içsel deneyimlerden korkan bir kültürde yaşıyoruz. Oysa bu değerli bir bilgi­dir ve bizim bir şeyleri değiştirmemiz gerektiğini söyler. Bilgi, her örgütün can damarıdır. Bu, uluslararası iş dünyasından insan bedenine kadar geçerlidir.

Kendi Kendimize Ayak Uydurmak- İç Uyum sinyali

Deneyiminize dikkat etmek, bilincinizin ve bilinçdı­şınızın uyumlanmasını sağlar. Deneyiminizi ayarlamaya başlarsınız -ne hissettiğinizi ve bunun ne anlama geldi­ğini anlamaya başlarsınız. Kendi bedeninize karşı duyarlı hale gelirsiniz. Bunun üzerine, kendi kendinize ayak uy­durursunuz ve gitmek isteyip de henüz ulaşamadığınız yerlere doğru kendi kendinize öncülük etmeniz kolayla­şır. Kendinizi rahatlamış ve sezgili bulmaya başlarsınız. Sezgisellik, oraya ulaşan adımları algılamaksızın içgörüye ulaşmak demektir.

Bu uyumu kurmak için, bilinçaltınızdaki daha ince ve daha sessiz sinyalleri fark etmeye başlamanız gereki­yor. Önce bütün parçalarınızın sizi desteklediğine gü­vendiğiniz zaman, iç bütünlük sinyalinizi oluşturun:

•      Sizin için "normal" olan tüm içsel resimlerin, seslerin ve hislerin farkına varın. Daha sonra hareket ederek veya başka bir şeyi düşünerek, içinde bulunduğunuz ruhsal durumdan çıkın.

•      Geçmişte iç bütünlüğünüzün çok yüksek olduğu, bir şeyi yapmaya kendinizi tamamen adadığınız bir anı düşünün. Bunun ne olduğunun bir önemi yoktur, sı­radan bir şey de olabilir.

•      Şimdi bu uyum durumunu hatırladıkça, kendinizi tekrar bu deneyime dikkatinizi verin. Bu neye benzi­yor? İçsel seslerinizin, resimlerinizin ve duygularını­zın farkına varın.

•      Bu ruh halini her yönüyle hatırladıktan sonra, bu durumdan kendinizi çıkarın ve durumu değiştirin. Üç bütünsellik örneğinde bunu tekrarlayın.

•      Sezgisel    olarak,    bu    uyum    hallerinin    mutlak karakteristiki  olduğunu düşündüğünüz,  bütün  bu deneyimlerdeki ortak parçayı saptayın. Bu, bedeni­nizde dikkat çeken bir his veya belirli bir ses tonu ve­ya bir resim olabilir. Bu, istem dışı olmalıdır, öyle ki, ya bunu bilinçli olarak hiç yaratamamanız ya da bir iç bütünlüğü sinyali olarak, kendiliğinden veya bilinçli olarak çıktığı anlar arasındaki farkı söyleyebilmeniz gerekiyor.

• Sınayın. Bu kilit özelliği iç bütünlüğüne ulaşmadığı­nız zamanlarda da yaratmaya çalışın. Eğer yapabiliyorsanız, geri dönüp deneyiminizin bir başka parça­sını alın ve bu kez bunu deneyin. Eğer bütünlük duygusunu hissetmediğiniz anlarda bu özelliği tekrarlayamıyorsanız, o sizin bütünsellik sinyalinizdir.

Bu sinyal, iç uyumunuzun kurulduğu tüm durumlarda var olacaktır. Bu, size bilinçli olarak taklit edemeyeceği­niz bir iç uyum sinyali verecektir. Varla yok arası bir sin­yal olabileceği gibi, bilinçdışınızın sizi ne kadar destek­lediğini, artan veya azalan yoğunluğundan anlamanızı sağlayacak şekilde, tedrici bir nitelikte olması da müm­kündür. Bu sinyali önemli bir karar aşamasındayken kul­lanıp, içinizden ne kadar destek gördüğünüzü ve dolayı­sıyla ne kadar başarılı olabileceğinizi bulmakta kullana­bilirsiniz.

Aynı yöntemle iç bütünlüğünden yoksun olduğunuz durumlardaki sinyalinizi de keşfedebilirsiniz. Bir konu hakkında iki farklı karara vardığınız üç anı seçin ve bu­rada önemli olan ve bilinçli olarak üretemeyeceğiniz ses, resim ve hisleri belirleyin. Bu sizin iç uyumsuzluk sinya­linizdir; bunun, uyumunuzun nasıl zedelendiğini bil­menize olanak veren dereceli bir sinyal olması da müm­kündür.

Kişisel Değişim

•           Değişim kolaydır eğer...

Güvenli ise, mevcut durumunuzun olumlu yan ürünlerini ko­ruyup billinçdışınıza bunu yapma izin veriyorsanız.

•           Değişim zordur eğer...

Riskliyse, mevcut davranışın amacını gerçekleştirmek için başka bir yöntem bulmuyor ve bunu "bilinçli" olarak yapma­ya çalışıyorsanız.

Belirli Bir Ruh Haline Girmek

Bir ruh hali, sizin herhangi bir anda nasıl olduğunuzdur; düşünceleriniz, İlişleriniz, duygularınız, zihinsel ve ruhsal enerjinizin toplamıdır. Ruhsal durum­lar şiddeti, uzunluğu ve alışılmışlığı açısından değişiklik gösterir. Bazılarının isimleri vardır; söz gelimi, sevgi, bü­yülenme, teyakkuz, Öfke, kıskançlık, yorgunluk veya he­yecan. Bazılarını ise adlandırmak daha zordur - iyi his­setmek", "kötü hissetmek" veya "keyifsiz olmak" gibi. Bu nasıl mümkün olur?

Deneyimlerimizin yapısına göz atmaya başladığımız­da, bir ruh halinden diğerine nasıl geçtiğimizi ve nasıl bazı ruh hallerini seçip bazılarından sakınabileceğimizi keşfedebiliriz. Pek çok ruhsal duruma çok değer verilir ve bu durumları yaşamak gerçekten arzu edilir: Sevgi, mutluluk, sağlık, neşe, kabul görmek, kendini güvende hissetmek. Bu durumları kendi dışımızda bulmak için zaman ve para harcar, çaba gösteririz. Para, çoğu zaman başlı başına bir amaç gibi gözükse de, aslında bu ruh durumlarını yakalamakta bir araçtır. Zenginlik ve sağlık arasında bir seçim yapma durumunda kaldığında, zen­ginliği seçecek çok az kişi vardır..

İçinde bulunduğunuz ruh hali çok önemlidir. Bu si­zin sağlığınızı, kararlarınızın kalitesini, ne derece iyi öğ­rendiğinizi ve bir görevi ne derece başarılı sürdürdüğü­nüzü etkiler. Uykusuz bir gecenin ardından, kendinizi hasta hissederken, üstüne üstlük 39 derece ateşiniz de varsa, önemli bir karar almayı ister miydiniz?

Çok güçlü ve çok zayıf ruh hallerini hatırlayabiliriz. İyi bir ruhsal durumdayken, yaşamak harikadır. Kötü hissettiğimizde ise normal zamanlarda omuz silkerek geçiştireceğimiz olayları bile gözümüzde büyütürüz. Ya­şantımızın niteliğini belirleyen, deneyimin kendisi değil, ona nasıl tepki verdiğimizdir. Nasıl tepki verdiğimiz ise, içinde bulunduğumuz ruhsal duruma dayanmaktadır.

Yaşamımızın çoğunu zirvede veya dipte değil, ikisi­nin arasında bir yerlerde geçiririz. Bir an durun ve gün boyunca deneyimlendirdiğiniz durumların bir listesini yapın, bunlara kendinize göre isimler verin. İlk bakışta durağan gibi gözüken hallerin aslında gerçekten çok değişken olduğunu göreceksiniz. Ruh hallerimiz sürekli değişmektedirler. Bunlara tutunmaya çalışmak avcunuzun içinde suyu dökmeden tutmaya benzer. Ruh halleri nasıl değişir, bunlarla ilgili ne yapabilirsiniz ve doğal ge­lişimi nasıl ilerletebilirsiniz? Nasıl hissettiğimizle ilgili ne kadar seçeneğe sahibiz?

Herkes dış olaylara karşı kızarak, heyecanlanarak, severek veya öfkelenerek tepki verdiğimizi bilir. Ancak, çoğu kimse ruh halimizi isteyerek değiştirebileceğimizin farkında değildir. Bunun, nasıl öğrendiğimiz, nasıl başkalarını etkilediğimiz ve dünyada ne kadar başarılı ol­duğumuz üzerine yansımaları vardır.

Bundan sonraki iki NLP önvarsayımı birbirine bağ­lıdır.

Seçeneğe sahip olmak, hiç seçeneksiz olmaktan daha iyidir.

İnsanlar, o anda ellerindeki en iyi olasılığı seçerler.

Ruhsal durumunuzla ilgili seçeneğiniz olduğunda, coşkusal özgürlüğünüz artar. Kişilerin seçenekleri, ken­dilerini içinde buldukları ruhsal hallerle sınırlanır. Ola­sılıklar yelpazesini -ve duygusal özgürlüğümüzü- geniş­lettiğimizde, daha çok ve belki daha iyi seçeneklere ula­şabiliriz. Durumlarla baş edemeyen insanlar yoktur, sa­dece baş edilemeyecek durumlar vardır.

Mevcut ruh halinizi değiştirmek istiyorsanız, ilk iş 4 bunun farkına varmaktır, çünkü algılamadığınız bir durumu değiştiremezsiniz. Bulunduğunuz noktadan başla­yın. Şu anki ruh halinizi tanımlayın. Buna bir isim verin. Bedeninizin farkına varın. Bedeninizin farklı kısımla­rındaki hisleri algılayın. Eğer kendinizi rahatsız hissedi­yorsanız, oturuş şeklinizi değiştirin. Şimdi kafanızdan geçebilecek zihinsel resimleri fark edin. Bunları değiş­tirmeye çalışmayın. İçinizdeki seslerin farkına varın. Ne kadar zihinsel ve fiziksel alana sahipsiniz? Sınırlarınızı duyumsayın. Şu anda bilincinizin ışıldağını, ruhsal du­rumunuza çevirmiş durumdasınız; bunun nasıl değişti­ğini fark edin.

Kendinizi çıkmazda hissettiğiniz bir ruh halindey­ken,   probleminizle   boğuşmaya   çalışmak   boşunadır.

İçinde olmadığınız sürece, çok sıcak suyla dolu bir ban­yo küveti sorun değildir. Suyu soğutmaya ilişkin yöntem­leri bulmaya çalışmadan önce, küvetin dışına çıkmanız gerekir.

Genel Ruh Haliniz

Bazı ruh hallerini diğerlerinden daha çok "ziyaret" edersiniz, çok az sayıdakine de düzenli olarak dönersi­niz. Bunlardan birisi, kendinizi evinizde gibi hissettiği­niz, sizin genel ruh halinizdir. Eviniz konforlu ve iyi dö­şenmiş mi? Eğer bir adı olsaydı bu ne olurdu? Genel ruh haliniz dengeli ve ahenkli mi, yoksa kendinizi sık sık dengesiz ve iç çatışmalar içinde mi hissediyorsunuz? Bu durumun nesini beğeniyorsunuz ve elinizden gelseydi, ne eklerdiniz?

Eğer genel ruh halinizin köklerinin uzun bir geçmişi varsa, bu sanki olabilecek herhangi bir durum değil de mümkün olan tek durum gibi gelir size. Eğer genel ruh halinizden memnun değilseniz, bunu da herhangi bir durum gibi değiştirebileceğinizi ve seveceğiniz bir ruh hali yaratabileceğinizi unutmayın.

Genel ruh halinizi dört açıdan değerlendirin:

Fizyolojiniz: Bedeninizin durumu. Ne kadar sağlıklı, rahat ve dengeli? Tipik bir duruşunuz var mı? Eğer bir ressam karikatürünüzü çizseydi hangi kısımları öne çıkarırdı? Enerji düzeyiniz ne? Bu düzey, yürü­yüşünüzde, duruşunuzda ve oturuşunuzda kendisini nasıl gösteriyor? Bedeninizi ne kadar hafif veya ne kadar ağır hissediyorsunuz?

Düşünceleriniz: Dikkat, farkındalık ve zihinsel enerji düzeyiniz. Zihinsel resimlerinizin, sözcüklerinizin ve duygularınızın tümüyle farkında mısınız?

Baskın duygusal durumunuz: Mutluluk mu, üzgünlük mü, yoksa öfke mi?

Manevi durumunuz: Kendinizden daha büyük bir "varlık"la nasıl bağlantı kuruyorsunuz? Bunu istedi­ğiniz gibi düşünebilirsiniz: Tanrı, ruh, enerji veya in­sanlık olabilir.

Ruh halinize mantıksal düzeyler kapsamında bakın. Seç­tiğiniz çevre, ruh halinize nasıl bir etkide bulunuyor, iyi mi yoksa kötü mü? Bu durumu pekiştirmek veya bu du­rumdan çıkmak için neler yapıyorsunuz? Becerileriniz bu ruhsal duruma nasıl uyuyor? İnançlarınız ve değerle­rinizin genel ruh haliniz üzerinde muazzam bir etkisi olacaktır. Son olarak, genel ruh halinizi kimliğinizin bir parçası olarak mı görüyorsunuz?

Aşağıda genel ruh halinizle ilgili sorgulayacağınız başka sorular bulacaksınız.

•       Nereden geliyor?

•       Bu ruh halinin izini, belli bir olaya veya karara kadar sürebiliyor musunuz?

•       Bu ruh hali oldum olası mı var, yoksa bunu yeni mi edindiniz?

•       Başka bir kişiyi mi örnek aldınız veya tamamen sizin eseriniz mi?

•       Bunu anne babanızdan veya önem verdiğiniz bir ki­şiden mi öğrendiniz?

•       Bunu bilinçli mi, yoksa bilinçdışı bir şekilde mi öğrendiniz?

Anne babalarımızdan inançlarımız, değerlerimiz, davranışlarımız ve yeteneklerimizin yanı sıra, genellikle bunlarla uygun ruh hallerini de alırız.

Öğrenme Hali

"Ruh haline bağlı öğrenme" görüngüsünü herkes bi­lir: Öğrendiklerimizi hatırlamak için, yeniden öğrenme sırasındaki ruh haline girmemiz gerekir. Bu, aslında daha geniş bir ilkenin, sadece dar bir yönüdür: Her öğrenme, ruhsal duruma bağlıdır. Ne kadar iyi öğrendiğiniz, o an yaşamakta olduğunuz ruh haline dayanmaktadır.

Hangi durum çabuk, kolay ve zevkle öğrenmenizi mümkün kılıyor? Okuldaki öğreniminiz süresince, bu ruh haline ne kadar sık girdiniz? Bu çok açık bir soru­dur, ama okul eğitimimizde öğrenciden çok, müFeritat, kitaplar, kaynaklar ve öğretim yöntemleri önemsenir. Eğer doğru müFeritat ve öğretim yöntemlerine sahip olunursa, öğrencilerin mucizevi bir şekilde derhal öğre­necekleri gibi yerleşik bir varsayım olduğu görülüyor. Bunu bir de, istisnasız hepsi de başka bir yerde olmak isteyen, dikbaşlı yeni yetmelerle dolu bir sınıfa giren öğ­retmene sorun.

Bir şeyi öğenmek istediğinizde, kendinize soracağı­nız ilk soru, "Bunu öğrenmek için hangi ruh halinde olmalıyım?" olmalı. İyi "öğrencilerin" bir dizi öğrenme

stratejisi bulunur; bundan da önemlisi, kendi ruhsal du­rumlarını yönetirler, çünkü iyi bir ruh hali içinde olma­dan stratejiler işe yaramayacaktır. Büyük bir olasılıkla, hayatınızın bir döneminde bir çeşit sınava tabi tutulmuşsunuzdur: Örneğin, bir okul sınavı, bir spor karşılaşması, topluluk önünde konuşma veya iş mülakatı. Ne kadar iyi hazırlanmış olsanız da, heyecanınız, ruhsal durumunuzu bozabilir, tüm şansınızı yitirir ve söyleyeyeceğiniz şeyle­rin hiçbirini hatırlayamazsınız. Fakat "performans ruh halinizi" yönetebilirseniz, her şey yolunda gidecektir.

İster bir eğitmen, öğretmen, rehber, isterse sunuş yapan bir kişi olun, herhangi bir şey öğretmek istediği­nizde, önce izleyicilerinizde bir öğrenme halini nasıl ya­ratabileceğinizi sorun kendinize. Okul döneminde, der­sinin konusunu ilginç hale getirebilen öğretmenleriniz olduysa yeterince şanslısınız demektir. Bunu nasıl ba­şarmışlardı? Genellikle konuya coşku ve bağlılıkla yakla­şarak. Ruh halleri bulaşıcıdır, dolayısıyla onların duy­dukları heyecan ve bağlılık hisleri size de geçer. Bir kişiyi öğrenme haline sokmanın en iyi yolu, önce öğretenin o duruma girmesidir.

Başkalarında bir ruh hali yaratmanın diğer yöntemi, bir hikâye anlatmaktır. Eğer insanların meraklanmaları­nı istiyorsanız, onlara gizemli bir hikaye anlatın. Bunun anlatacağınız konuyla ilgisi olmasına hiç gerek yoktur. Onlar bir kere meraklandıktan sonra, asıl konuya geçe­bilirsiniz.

Ayak uydurma ve öncülük etme prensipleri burada da geçerlidir -izleyicileriniz özellikle karşı koyuyorlarsa, önce onlara ayak uydurmanız gerekir. Ayak uydurduk­tan ve aranızdaki uyumu kurduktan sonra, artık daha iyi bir ruhsal duruma geçmelerine öncülük edebilirsiniz.

Bazen doğrudan öğrenme durumuna geçmek, çok bü­yük bir sıçrama gerektirebilir. Bu yüzden onları önce "nötr" bir duruma sokar, ancak bundan sonradır ki, öğ­renme ruh haline doğru götürürsünüz. Fizyolojiyi değiş­tirmek ruh halini de değiştirir. Dolayısıyla grubu ayağa kaldırdıktan sonra, ister yapılanmış ister gelişigüzel bir şekilde, işe devam edebilirsiniz.

Durumları Fark Etmek

Sözlerimiz, ses tonumuz ve beden dilimizle her za­man, çoğunlukla bilmeden başkalarının ruh hallerini etkiler, fakat bir başka insanda bıraktığımız bu etkinin ya farkına varmayız ya da umursamayız. Kalibrasyon, NLP dilinde, başkalarının ruh halini anlayabilme becerisi için kullanılan terimdir. Bu ayarlamayı nasıl yapabiliriz? Her zaman başkalarının bize hislerini açmalarını bekleyeme­yiz veya bazen kalibrasyon yeteneğimiz o kadar zayıftır ki, bir kişinin canının sıkkın olduğunu, ancak hıçkırıkla­ra boğulduğunda fark ederiz! Halbuki bir insanın ruh halinin pek çok ince göstergesi vardır: Nefes alış hızı ve­ya derinliği, teninin aldığı renk, başının duruş açısı, yüz kasları, ses tonu ve gözbebeklerindeki büyüme ve kü­çülmeler gibi. Bütün bunlar duyumsaldır ve hiçbir şekil­de tahmin gerektirmez. Tek yapmanız gereken, bunlara dikkat etmektir.

NLP, her işareti belli bir şekilde yorumlayan evrensel beden dili tanımlamalarını kullanmamaktadır; bir başka deyişle, NLP'ye göre kollarınızı göğüste kenetlemeniz, her zaman kendinizi korumaya aldığınız veya saçınızı elleme­niz, daima yalan söylediğiniz anlamına gelmez. Bu, jestle­rin sabit anlamlarının olduğu ve otomatikman yorumlana-

bildiği bir "hayal sözlüğü" psikoloji ekolüdür. Saçını elle­yen kişinin yalan söylediğine dair geçerli bir çıkarsama ya­pabilmek için, belirli bir kişiyi gözlemleyip her yalan söyle­yişinde saçını ellediğini tespit etmek gerekir. Bu örnekte ve NLP'nin diğer genellemelerinde, yanıt, genellemede de­ğil, birlikte olduğunuz kişinin kendisindedir.

Kalibrasyon, kişinin zihin okumak değil, gördüğü­nüz ve duyduğunuz işaretlerin, karşınızdaki kişinin ruh haliyle bağlantısını kurmaktır. Duyularımız olağanüstü ve keskindir. Alışkın olduğumuzdan çok daha fazlasını algılayabilme yeteneğine sahibiz.

Bu deneyi bir arkadaşınızın üzerinde uygulayın. Arka­daşınızdan çok sevdiği bir kişiyi düşünmesini isteyin. O bunu yaparken zihninizde bir resmini çekin; özellikle yü­zünü, nefes alış hızını, kaslarının duruşunu, ten rengini, dudaklarının aldığı şekli, bedeninin ve başının duruşunu fark edin. Üçe kadar saymasını isteyerek ses tonuna dikkat edin. Normalde önemsemediğiniz bu işaretlerin farkına varın; bunlar arkadaşınızın ruh halinin fizyolojisidir.

Şimdi arkadaşınızdan hoşlanmadığı bir kişiyi dü­şünmesini isteyin ve nasıl farklı gözüktüğünü ve sesinin nasıl farklı çıktığını fark edin. Bundan sonra, hangisi olduğunu size söylemeden, bu iki kişiden birini düşün­mesini isteyin. Sadece bedenindeki işaretleri ölçmek yo­luyla, hangi fizyolojiye girdiğini kolayca bulabileceksiniz.

Çapalar

Şimdiye kadarki en önemli iki soru, "Bana olanlar konusunda en yararlı olacak hangi ruh halinde olmak istiyorum?" ve "Bunu nasıl sağlarım?" sorularıdır.

Ruh hallerimiz, biz yaşadığımız ortama tepki verdik­çe, sürekli değişir. Ruh haliniz konusunda bir tercih ya­pabilmeniz için, onu neyin tetiklediğini bilmeniz gerekir. Televizyon reklamlarını düşünün. En etkili olanları, bir ürünü arzulanan bir ruh haliyle özdeşleştirenlerdir. Söz gelimi, birçok otomobil reklamında, arabanın adı ve üre­ticisinin dışında, araba hakkında hiç bilgi verilmez. Bu­nun yerine arabanın, heyecan, özgürlük, kontrolü elde tutmak veya başarılı olmak gibi arzu edilir bir ruhsal du­rumla bağlantısını kuracak bir ortam kurarlar. Derler ki, bu arabayı alınca, bu ruh halini almış olursunuz. Hafif bir 'TV transı' içinde bulunan, eleştirel yetileri askıya alınmış izleyicilere tekrar tekrar gösterilmesi yüzünden, televiz­yon reklamlarının etkisi bir kat daha artar.

Bazı şeylerin görüntüsü veya sesi sizin ruhsal duru­munuzu değiştirir, örneğin, polis sirenleri, en sevdiğiniz melodinin sesi, en beğendiğiniz yemeğin olduğu bir ta­bak, yoldaki asfaltın kokusu, çikolata... NLP dilinde, bizi uyaran, dürten ve etkileyen her dürtüye çapa denir. Ça­pa görsel olabilir; yeni doğan bir bebeğin görüntüsü ve­ya tatil resimleri gibi. İşitsel olabilir; bir reklamın tekrar­lanan melodisi gibi. Dokunsal olabilir; el sıkma veya ra­hatlatıcı bir masaj gibi. Kokuyla ilgili olabilir; güllerin kokusu veya haşlanmış lahananın kokusu gibi. Tat al­mayla ilgili olabilir; sizde Özel bir duygu veya anıyı uyan­dıran bir tat gibi. Dışsal, yani çevreden geliyor olabilece­ği gibi, içsel, yani zihinde oluşuyor olabilir. Çapalar ayrı­ca tüm mantıksal düzeylerle de ilgilidir. Örneğin, adınız kimliğinizin çapasıdır; dini semboller, inanç ve değerle­rinizin çapalarıdır. Maskotlar da çapa örnekleridir. Sporcuların yarışma öncesi törensel olarak yaptıkları ba­zı ısınma hareketleri vardır. Bu, onların doruk perfor­mans için kullandıkları çapalardır; onlara müsabaka için gereksindikleri odaklanma ve hazır olma duygusunu ve­rirler. Dini olanlar da dahil (belki en çok onlar) olmak üzere, tüm ayin veya törenler de belli bir ruh haline geçmek için kullanılan çapalar olarak kabul edilebilir. Kelimeler de birer çapadır. Bu kitap boyunca NLP keli­mesini, kendiniz ve başkaları hakkında meraklı ve hattâ büyülenmiş bir ruh haline çapalamak istiyoruz.

Çapalar evrenseldir. Onları evrensel kılan, etkiyle tepkiyi hiç düşünmeden birbirine bağlama şeklindeki insanî yeteneğimizdir. Böylece aldığınız her etkiyi tekrar değerlendirmeniz gerekmez. Trafikte her gördüğünüz kırmızı ışık işaretini bir kez daha değerlendiriyor musu­nuz?

Çapalarımızın pek azını bilinçli olarak seçeriz; bun­lar yaşantımızda gelişigüzel oluşurlar. Birçoğu nötrdür, kimisi de işe yaramayan ruhsal durumları yaratırlar. Pek çok çapa geçmişle bağlantılıdır, bazıları modası geçmiş olabilir. Bunlar hiçbir zaman doğru dürüst incelenme­miş fosillere benzerler. Belki geçmişte anneniz veya öğ­retmeniz sizinle belirli bir şekilde konuştuğunda, başını­zın belada olduğunu anlardınız. Kim kullanırsa kullan­sın, aynı ses tonu, sizi hâlâ savunmaya geçirme gücüne sahip olabilir. Özgün sesin gücünü artık anımsamıyor bile olabilirsiniz. Biz farkında olsak da olmasak da, çapa­ların bir etkisi vardır.

Burada ilk atılacak adım, sizi işe yaramayan ruh hal­lerine sokan çapaların farkına varmaktır. Bunları beliriledikten sonra, artık tepki verip vermeyeceğinize karar 1 verme seçeneğine sahip olursunuz. Pek çok ruhani öğre­ti, tepki vermeden önceki seçim anından bahseder. Bu anı algılamaya başladıkça işiniz kolaylaşır.

İkinci adım, kendi çapalarınızı tasarlamaktır. Bir iş arkadaşımızın ofis duvarlarında çeşitli resim ve fotoğraf­lar asılıdır. Bunlardan birini özellikle ters asmıştı. Bu, ona bir konuya ilk anda gözükenin dışında, başka bakış açıları da olabileceğini hatırlatıyordu.

Siz Ne Tür Bir Çapasınız?

Başkalarında hangi ruhsal durumları uyandırıyorsu­nuz ve bunlar sizin istedikleriniz mi? Daha önce de gör­düğümüz gibi, iletişim kurmamayı seçemezsiniz; dolayı­sıyla diğerlerinde bir şeyler çağrıştıracaksınız, işinizde size bağlı çalışanlar varsa, sizi gördüklerinde ne hissedi­yorlar? Ne bekliyorlar? Çapalar yinelemeyle oluşurlar. Eğer sürekli kötü haberler veriyor ya da daima eleştirel davranıyorsanız, kötü ruh hallerinin çapası olursunuz. Sizin yanınızdayken kendilerini iyi hissetmelerini sağla­yacak şekilde, nasıl iyi bir çapa olabilirsiniz?

Bunun iki yolu vardır. İlk olarak, ruh halleri bulaşı­cıdır, yani siz kendinizi becerikli ve güçlü hissettiğinizde çevrenizdekilere de iyi bir çapa olursunuz. İnsanlar iyi hissetmelerini sağlayan kişilerin yanında olmaktan hoş­lanırlar -bu mekanizmanın nasıl işlediğini anlamasalar da, bunu hissederler. İkinci yol ise, doğrudan iletmektir. Neyi doğru yaptıklarını bulun ve bundan övgüyle bah­sedin. Onlara tastamam ve özgül olarak neyi doğru yap­tıklarını açıklayın. Övgü, tıpkı eleştiri gibi, çok genel ol­duğunda etkisini kaybeder. Övdüğünüzde, sizinle çalış­mak onları için bir zevk olacaktır. Eğer çocuklarınız var­sa, uygun davranışlarını özgül olarak ve vicdan azabı duymadan övün. Bu, onların özgüvenlerini oluşturma­nın en iyi yoludur. Çocuklar hata yaptıklarında, bunu

önlemek ve doğruyu yapmalarını sağlamak niyetiyle, on­ları hemen uyarırız. İngiltere'de yapılan araştırmalar, çocukların bir övgüye karşılık dokuz eleştiri aldıklarını göstermektedir. İlgi çekmek isteyen bir çocuk için yanlış hareket etmek, dikkat çekmenin en etkili yöntemi olabi­lir. Olumluyu pekiştirmek, olumsuzu önlemeye çalışmak kadar önemlidir.

Çapa Kullanarak Ruh Halini Değiştirmek

Çapa kullanımı, genel ruh halinizi, öğrenme duru­munuzu ve herhangi bir ruhsal durumunuzu tasarla­mak, değiştirmek ve seçmek için temel anahtardır. İste­diğiniz kaynakları seçin, bunları bir çapayla bütünleştirin ve ardından, bu kaynakları şimdiki ana taşımak için sürekli bu çapayı kullanın ki, bu ruh hali yerleşsin.

Buradaki NLP önvarsayımı şudur:

ihtiyacımız olan bütün kaynaklara ya zaten sahibiz veya onları yaratabiliriz.

Bazen zor olan şey, kaynakları gereksinim duyulan yere götürmektir.

Bunu başarmanın üç yöntemi vardır.

·      Örnek alacağınız bir kişiyi belirleyin.

Genel ruh halinizi, farkında olmadan örnek aldığı­nız kişiden edinmiş olabillirsiniz. Şimdi sizi çeken bir kişiyi seçebilirsiniz. Çocuklar oyun oynarken de­ğişik   kişiliklere   bürünerek,   farklı   ruh   hallerini deneyimlendirirler. Siz de aynını yapabilirsiniz. Ör­nek alabileceğiniz bir kişiyi seçin. Bu, gerçek bir kişi olabileceği gibi, bir roman karakteri de olabilir. Bu karakteri kendi üzerinizde deneyin. Bu kişinin yeri­ne geçmek nasıl olurdu? Bu şekilde hareket etmesi­ni hangi ruh hali sağlıyor? Bu karakterden sizin için değerli olabilecek ne alabilirsiniz?

·      Fizyolojinizi kullanın,

Bu, ruh hallerine fiziksel yaklaşımdır. Fizyolojinizi değiştirmek, ruhsal durumu değiştirmekte kullanılan en dolaysız ve hızlı yöntemdir. Bir şeylere takılıp kal­dığınız bir ruh hali, kendini benzer bir bedensel du­rumda gösterir. Bundan kurtulmanın en basit yolu, ayağa kalkıp bunun dışına çıkmaktır. Nefes alışınızı değiştirmek, ruh halinizi değiştirir. Eğer kendinizi endişeli hissediyorsanız, nefes alışınızı yavaşlatın ve nefesinizi ağır ağır dışarı verin. Kısa zamanda nefes verme, karbondioksidin kan dolaşımında birikmesine yol açar ki, bu da endişe belirtilerini yaratır. Sık sık nefes. alarak endişeli hissedebilirsiniz. Gülümseyip, yukarı bakarsanız ve duruşunuzu dikleştirirseniz, ruh halinizi de değiştirirsiniz. Sanki iyi hissediyormuş gibi davranmak, bu duyguların ta kendisini yaratmaya baş­layacaktır. John Grinder'ın son yıllardaki çalışmaları, fizyolojiyi kullanarak ruhsal durumunuzu değiştirme­ye ve problem çözmeye odaklanmıştır. Bunu "Kişisel Düzenleme" olarak adlandırmaktadır.

·      Düşünme tarzınızı değiştirin.

Bunu uygulamanın bir yolu "belirli bir ruh halinde olunan zamanı düşünmektir". Söz gelimi, gerçekten çok hoş, hatırlamak ve tadını çıkarmak istediğiniz bir deneyiminizi düşünün. O sahneye geri dönün, o anıyla "bütünleşmiş" olarak, yani olayları kendi gö­zünüzden görerek tekrar yaşayın. Oradaki sesleri duyun ve o iyi hislerin tadına varın. Hazır olduğunuz zaman, şu ana geri dönün. Ruh haliniz değişmiş ola­cak. Fiili olay geçmişteydi, ancak, bu ruh hali şu an için size bir kaynak oluşturabilir. Geçmişteki bir de­neyimi anımsamak yoluyla, o andaki ruhsal durumu tekrar yaşayabilirsiniz. Bunu, eski albümlere, tatil re­simlerine bakarken veya bizim için anısı olan bir müzik parçasını dinlerken hepimiz yapmışızdır. Re­simler ve müzik, çapa rolü oynayarak eski ruhsal du­rumları tekrar uyandırırlar.

Bir ruh halini nerede ve ne zaman yaşamış olduğunuzun bir önemi yoktur; nerede ihtiyacınız olursa, onu oraya götürebilirsiniz. Kaynakları geçmişten bugüne, yaşamı­mızın bir kesiminden diğerine aktarmanın yolu çapaları kullanmaktan geçer. Kaynakların, onları çağrıştıran de­neyime yapışık olduğunu düşünerek, genellikle kaynak­ları aktarmayız. Bu doğru değildir; kaynaklar, deneyim­den ayrılabilir niteliktedir.

Örneğin, Jale'ın bir arkadaşı, çocuklarıyla ilişkile­rinden muazzam bir sabır ve ikna yeteneği sergiliyordu. Onların çatışmalarını mucizevi bir şekilde çözüyordu. Ne ki, işinde ona, firması adına bir kontrat için müzake­re etme görevi verildiğinde, başta kendisinden emin olamamıştı, çünkü bu "müzakere becerisine" sahip olma­dığını düşünüyordu. Daha sonra ailesine uyguladığı ilke­lerin, işte de geçerli olduğunu fark etti: Tarafların istek­lerini öğren, ortak bir anlaşma noktası bul, kazan-kazan

çözümü yaratana kadar dengele ve ilgili olan herkesin, an­laşma üzerinde uyum sağladığına emin ol. işindeki pazar­lık sürecinde de bu yetenekleri kullanarak başarılı oldu.

Benzer şekilde, Adam'ın bir arkadaşı da, işte bir şeyler ters gittiğinde çok sabırsız olduğundan şikayetçiyken, yap-bozlarla uğraşırken ne kadar sabırlı olduğunun far­kına varamıyordu.

Size kaynak oluşturabilecek durumlarınızın farkına varmaya başlayın; böylece onları her istediğinizde kolaylık­la uyandırabilirsiniz. Elinize bir kâğıt alıp, o gün boyunca kendinizi iyi hissetmenizi sağlayan şeylerin -ne kadar kü­çük olsalar da- bir listesini çıkarmakla işe başlayın: Bir fin­can kahve içerek rahatlamak, güzel bir mektup yazmak, sabah dinç uyanmak, öğle yemeğinde yediğiniz ilk lokma­dan aldığınız tat... Bunu her gün yapın. İyi hissetmek, en doğal ruh halidir. Bunun için mantıksal bir neden bulma­nız veya kimseden izin almanız gerekmez. Olumlu ruhsal durumları fark etmeye başlayın ve sanki yaşamınızın sahi­linde yaptığınız yürüyüşte bulduğunuz güzel taşları toplar gibi, bunları da biriktirin. Eski tahta parçalarını, sivri taşları ve plastik torbaları almayın. Onlar orada kalacaklardır, doğru, ama tutup evinize taşımanıza hiç gerek yoktur.

Çapalarla Ruh Halini Uyandırmak

İşte size etkili bir ruh halini uyandırmanız için bir süreç. Öncelikle, hangi ruh halini yaşamak istediğinize karar vermelisiniz. Hangi kaynakların burada yer alma­sını istiyorsunuz? Örneğin, zor bir durumu mizah, sabır veya merakla karşılamak isteyebilirsiniz.

Geçmişte bu ruh haline sahip olduğunuz bir zamanı hatırlayın ve sıkıca sarılarak onu geri getirin -o zaman gördüklerinizi görün, işittiklerinizi işitin ve aynı duyguyu olabildiğince güçlü bir şekilde tekrar hissedin. Eğer uy­gun bir örnek bulamıyorsanız, kendinize bir kişi seçin ve onun yerine geçerek, istediğiniz bu ruh halini yaşadığı­nızı hayal edin. Arzuladığınız ruh halini belirledikten sonra, şu ana geri dönerek ruh halinizi değiştirin.

Bu ruh halini tetiklemek için hangi çağrışımları veya çapaları kullanacağınıza karar verin. Zihin gözünüzle görebileceğiniz bir şey (görsel bir çapa), bir ses veya kendinize söyleyebileceğiniz bir şey (işitsel bir çapa) veya göze çarpmayacak bir jest (dokunsal bir çapa) seçin. Ba­zı kişiler ellerini yumruk yapmayı veya iki parmaklarını birbirlerine değdirmeyi seçerler. Belirlediğiniz resim, ses veya jest ayırt edilebilir ve hatırlanabilir olmalıdır.

Geriye dönüp, bu olumlu ruh halinizi tekrar yaşayın. O sırada görmüş olduklarınızı görün, işitmiş oldukları­nızı işitin ve tüm bedeninizi hissedin. Fizyolojinizi kulla­nın ki, bedeniniz bu ruh halini tam bir iç uyumla ifade etsin. Olumlu ruh halinin doruk noktasına ulaşmasın­dan hemen önce, belirlemiş olduğunuz resmi görün, sesi işitin ve jesti yapın. Ardından, fizyolojinizi değiştirin ve ruh halinizi değiştirin ve başka bir şey düşünün.

Çapanızı sınayın. Resmi görün, sesi işitin ve jesti ya­pın, bunun olumlu ruh halini ve bu duyguları nasıl tek­rar uyandırdığını fark edin. Eğer tatmin olmadıysanız, kaynak deneyiminize geri dönün ve kaynak ruh halini çok yoğun bir şekilde içselleştirdiğinizde, çapalarınızı kullanın. Ardından, tekrar ruh halinizi değiştirin ve ça­panızın geçerliliğini bir kez daha sınayın. Çapanız, arzu­lanan ruh halini getirene kadar bu süreci tekrarlayabilir-

siniz. Çapalar kullanıldıkça elverişli hale gelir ve güçle­nir.

Artık kendi çapanızı yerleşik hale getirdiniz. Bundan sonra ne zaman o resmi görseniz, o sesi duysanız ve o jesti yapsanız, sizi istediğiniz ruhsal duruma götürecek­tir. Aslında üç çapaya birden ihtiyacınız yoktur. Bazıları sadece bir çapa kullanır. Sizin için hangisinin en çok işe yaradığını keşfedin.

Farklı durumları da aynı çapaya bağlayabilirsiniz, içinde merak, odaklanma ve bağlılık olan bir öğrenme durumu yaratmak için, sırayla bunların her birine aynı çapalama sürecini uygulayın. İşlemin sonunda çapanız size üçlü ve ilginç bir kokteyl sunacaktır. Duvarındaki resmi ters çeviren arkadaşımız gibi, siz de bu çapaları kullanmayı hatırlatacak özel bir tetikleyici bulabilirsiniz. İçmeyecekseniz, elinizin altında duran kokteyl bir işe yaramayacaktır.

Bu yöntemle kendinize bir genel ruh hali tasarlayın ve her fırsatta bu ruh haline girin. Aynı zamanda fizyolo­jinizi değiştirmek için, Alexander Tekniği veya Feldenkrais gibi bedensel çalışmalardan yararlanabilir­siniz. Bedenlerimiz, yavaş ve derinlemesine öğrenir; do­layısıyla alışkanlık haline gelmiş olumsuz bir fizyolojiyi değiştirmek biraz zaman alabilir.

Çapa kullanımına ilişkin son iki noktaya gelelim. Çapaları, duyguları inkâr etmek veya duygusal yapıştırıcı olarak kullanmak işe yaramayacaktır. Bazen üzüntü gibi bir duyguyu yaşamak, önemli ve doğru olabilir. Böyle zamanlarda ruh halinizi çapalarla değiştirmek, sadece kısa vadeli bir çözüm olacaktır, ikinci olarak, kimi za­man çok yoğun ve bağlılıkla yaşanan bir ruhsal duruma girmek kadar, o halden çıkmak da önem taşır. Örneğin, gösteri sanatçıları ve atletlerin çok yoğun yaşanan bu odaklanma durumlarına girmeleri gerekir; ancak, sonra da bir çıkış yöntemine ihtiyaçları vardır. Kısa mesafe ko­şucusu, bir bitiş çizgisi olduğu için son bir çabayla hamle yapabilir. Perde indiğinde, oyuncunun artık rolünden sıyrılmanın bir yolunu bulması gerekir. Gösteri sanatçı­larının oyundaki rollerini kimliklerinden ayrıştıramadığı ve atletlerin gerek olmadığı zamanlarda bile hız şeridin­de kendilerini tükettikleri pek çok örnek vardır.

Ruhsal durumlarımız, bizi her mantıksal düzeyde etkilerler. Bunları seçme ve değiştirme yeteneği, NLP'nin bize sunduğu en pratik araçlardan biridir. Bu­na sahip olduğunuzda yaşamınız değişecektir. Yaşamını­zın kontrolünü, sizin dışınızdaki etkenlerden kendi içi­nize taşıyacak, artık bir kurban olmayacaksınız.

Filtrelerimiz

İnsanlar, aynı beş duyuyu ve sinir sistemini paylaşmala­rına rağmen, dünyayı çok farklı şekillerde görür, işitir ve hissederler. Yaşadığımız olaylardan kişisel anlamlan nasıl çıkarırız? Öncelikle biz, bir bilgisayar klavyesi gibi pasif alıcılar değiliz. Beynimiz geride oturarak, "İşte bir tat veya işte güzel sesler" demez. Bizler, gerçekliğin aktif kâşifleriyiz. Algılama içeriden dışarıya doğru gerçekleşir. Her beyin benzersizdir ve kendimize ilginç ve önemli şey­leri ararken, beynimizdeki bazı sinir bağlantılarını kuvvet­lendirir, bazılarını da zayıflatırız. İlginç bulduğumuz şey­ler bizi kendilerine çekerler. Doğa, üzerine yapıştırılmış tanımlarla gelmez. Bu tanımları ona biz yapıştırırız.

Duyu organlarımız, dış dünyayı algılama kanallarımızdır. Aldous Huxley, görme, duyma, hissetme, tat ve koku almayı "algılamanın kapılan" olarak tanımlamıştı.

Bu basit deneyim için kısa bir zamanınızı ayırın.

Etrafınıza bakın. Yakın çevrenizdeki şeyleri görün ve sesleri işitin.

Bundan sonra nasıl hissettiğinize dikkat edin, be­densel duyumlarınızı ve duygularınızı fark edin.

Şimdi kokulara dikkat edin, her koku olabilir: Tah­ta, yemek veya araba egzosu.

Son olarak da, tam şu anda aldığınız tadın farkına varın.    

Burada duyularınızı şimdiki zamanda kullanıyorsu­nuz. Şimdi gözlerinizi kapayıp, henüz yaşadığınız bu de­neyimi düşünün. Bu, birkaç saniye öncesine ait bir anı­dır. Bunu elinizden geldiğince iyi bir şekilde tekrar yara­tın.

Şimdi görsel kısmı silerek, zihninizde hiç resim bı­rakmayın.

Ardından sesleri yok edin.

Daha sonra duygu ve hisleri iptal edin.

Son olarak da kokuları ve tadları silin.

Geride bir şey kaldı mı? Eğer kaldıysa onları da yok edin ve şu ana dönerek gözlerinizi açın.

Bu deneyimleri, duyu organlarınız aracılığıyla yeniden yarattınız. Bunun başka bir yolu yoktur.

Bununla ilgili NLP önvarsayımı şudur: Bütün bilgileri duyulanınızla işleriz.

Duyularımız, dışarıdaki bazı şeylere düpedüz daha du­yarlıdırlar. Örneğin, gözlerimiz, retinayı uyaran dar bir elekromanyetik yoğunluk bandına tepki verir ve mesaj, analiz edilmek üzere iki yarımkürede bulunan görsel kortekse geçer. Bu süreç, yeni girdinin başka deneyimle­rin anılarıyla bağlantısının yapılarak, bazı nörologlar tarafından, "hatırlanan şimdiki zaman" diye adlandırılan algıyı oluşturmasını kapsar. Bu algıyı dünyaya geri yansıtır ve sanki bu gerçekten oradaymış gibi davranırız. Fil­min, ekranın parçası olduğunu sanan ve makaradan yansıtıldığını unutan bir sinema izleyicisi gibiyizdir. Ke­sin olarak söyleyebileceğimiz tek şey ise, orada gerçekten ne olduğunu bilmediğimizdir.

Gelgeldim, bilinç sahibi bir varlık olarak, çevredeki hangi sinyalin önemli olduğu ve tüm sinyallerin arasın­dan hangilerini algılayacağımıza karar verme yeteneğine sahibiz. Algı kapılarımızı ardına kadar açmayız, böyle yapsaydık bize yönelen uyaran çeşitliliğinden bunalırdık. Bizi aşırı duyu yüklemesinden korumak için kapının eşi­ğine diktiğimiz nöbetçilerimiz vardır: İnançlarımız, de­ğerlerimiz, ilgi alanlarımız, işlerimiz ve uğraştığımız şey­ler.

Gerçeklik Haritalarımız

Sonuç olarak algıladığımız, gerçekliğin bir haritası-dır. Bu haritanın bazı kısımları tüm ayrıntıları içerirken, diğer bölümleri kabataslak olabilir, kimi kısımları da tamamen boştur. Peki, bu yapmış olduğumuz harita iyi midir? Üzerinde gerekli işaretler var mı, istediğimiz yere ulaşmamızı kolaylaştırıyor mu, yoksa zorlaştırıyor mu?

NLP önvarsayımlarının en önemlilerinden birisi:

İnsanlar gerçekliğin kendisine değil, gerçekliğin ha­ritasına tepki verirler.

AlFerit Korzybski, 1933'de yayınlanan Bilim ve Akıl adlı kitabında, "Harita, bölgenin kendisi değildir" ifadesini kullanmıştı. NLP, haritamızı, bize daha çok seçenek sağ­layacak şekilde değiştirme sanatıdır. Bu yaklaşım, 17 de­ve hakkındaki öyküde anlatılan bilge adamı çağrıştırır.

Ölen adam, mal varlığının üç oğlu arasında paylaştı­rılmasını istiyordu. Mirasa göre en büyük oğlu mirasın yarısını, ikincisi üçte birini ve en küçük de dokuzda bi­rini alacaktı. Tek sorun, mirasın 17 deveden oluşmasıydı. Çocuklar neredeyse bir deveyi öldürüp keseceklerdi ki, devesinin üzerinde bilge adam çıkagelerek öyküye katıldı.

Paylaşımda yaşanan sorunu duyan adam, üç oğula şöyle dedi: "İşte, benim devemi hediye olarak alın. Sizdekilere ekleyince 18 deve eder. Şimdi en büyük çocuk, yarısını yani dokuz deveyi alabilir. Ortanca çocuk, üçte birini yani altı deveyi alır. En küçük olan da dokuzda birini yani iki deveyi alır. Doğru mu?"

Çocuklar tatmin olmuşlardır.

"Bunların toplamı 17 deve eder" der bilge adam. "Ne şans, benim devem arttı."

Devesine tekrar biner ve yola koyulur.

Temsil Sistemleri

Haritanızı kendiniz yaparsınız, ardından onun için­de yaşamak zorunda kalırsınız. Haritalarınızı yaratırken iki noktayı unutmayın:

1.     Duyularınızı dışarıda kullanış biçiminiz, içerideki düşü­nüşünüzü ve deneyiminizi etkileyecektir.

2.     Duyularınızı içeride kullanım tarzınızı değiştirerek, deneyiminizi değiştirebilirsiniz.

İçimizde deneyim yaratabilecek inanılmaz bir yeteneğe sahibiz. Beynimiz, doğal bir sanal gerçeklik makinesidir. Özel bir başlık takmamıza filan da gerek yoktur. Acı bir anımız bizi tekrar üzüntüye boğar. Hoş bir anımız ise tekrar gülümsememize ve aynı hoşluğu yaşamamıza se­bep olur. Limon yediğinizi hayal edin; tükürük salgıla­maya başlarsınız. Deneyimlerimizi, duyularımızı kullana­rak düşünürüz. Dolayısıyla NLP'de duyularımıza temsil sistemleri denir. Beş tane temsil sistemi bulunur:

(Görsel, kısaltılmışı G) (İşitsel, kısaltılmışı İ) (Dokunsal, kısaltılmışı D) (Tatsal, kısaltılmışı T) (Kokusal, kısaltılmışı K)

Sistemler içinde bazı farklılıklar vardır. Pek çok kişi, işit­sel sistemi kendileriyle konuşmak için kullanırlar ve ba­zıları buna "düşünme" der. Bu, gerçekten de düşünme­nin bir yoludur, ama tek yolu değildir. Dokunsal sistemi­miz dengemizi sağlayan hisler, içsel bedensel hisler ve dışarıdan temasın verdiği dolaysız dokunsal hislerden oluşur. Ayrıca bazı kişi ve durumlar hakkındaki duygula­rımız vardır. Bunlar korku, endişe, sevgi ve nefret gibi çeşitli şekillerde  tanımladığımız,  bedenimizde  oluşan bazı duygu yumaklarıdır.

Temsil sistemlerimiz yoluyla, an be an iç dünyamızı yaratırız. Bu alanda uzmanız; olağanüstü duyusal kok­teyller yaratabiliriz. İç dünyanızı yarattığınızı öğrendiği­niz zaman, bunu beyninizin farkında olmadan yapması yerine, siz kendi istediğiniz gibi yaratmaya başlayabilirsi­niz. Dışarıda hangi duyuyu tercih edeceğimize dair ye­teneklerimizi nasıl geliştiriyorsak, içeride de aynını tem­sil sistemlerimizle yaparız. Tercihleriniz nelerdir? Görsel bir tercihle, resim, iç dekorasyon, moda, görsel sanatlar, televizyon, sinema, resimsel terapi, sembolizm, matema­tik ve fizik alanlarıyla ilgileniyor olabilirsiniz: işitsel ter­cihle, dil, yazı yazma, tiyatro, müzik, işitsel terapi, eğitim ve konferanslardan hoşlanabilirsiniz. Dokunsal bir ter­cih ise, spor, jimnastik, atletizm, marangozluk, el beceri­leri ve dokunsal terapi yöntemlerine ilgi duyulmasıyla kendini belli eder. Dışarıda bazı duyularınızı ne kadar çok kullanır ve bunları ne kadar keskinleştirirseniz, tem­sil sistemleri olarak bunlardan o kadar çok yararlanırsı­nız. Bu, sizin bir kategoriye girmeniz anlamına gelmez. Sadece belli güçlü yönleriniz olduğunu ve kullanmadı­ğınız takdirde, belli temsil sistemlerinde de zayıflıkları­nızın oluşacağını gösterir.

Tercihlerinizi bilin. Güçlü yönlerinizi ve potansiyellerinizi öğrenin. Çoğu insan müzik, resim veya matema­tik alanında yeteneklerinin olmadığını düşünür. Halbu­ki tek sorun, bu iş için en uygun temsil sistemini kul­lanmamalarıdır. Müzik, içinizden sesler duyma yetene­ğini, resim ve çizim ise görsel temsil sistemini gerektirir. Özellikle fen bilimlerindeki akademik öğrenme, aynı anda çok fazla bilgiye erişim yeteneğini gerektirir ve bu- nu yapmak için görsel temsil sistemini kullanmanız ge­rekir. Görsel sistemini kullanmayan çocuklar, örgün eği­timi zor bulurlar. Bunu aşmak için, onlara imgeleme öğ­retilmelidir. Deneyimlerimiz sonucu, insanlara temsil sistemlerini geliştirmeyi öğretirken, daha önceden va­r olmayan bazı doğal yetenekler kazandıklarını gördük.

Bir deneyimi tekrar canlandırırken, onu oluşturmak için temsil sistemlerinden birini kullanırsınız. Bu, öncü sistem olarak bilinir. Eğer öncü sisteminiz görsel ise, san­ki bilgisayarınızdaki işaretlerden biri gibi işlev görür -üzerine tıklarsınız ve bütün programı açar. İşitsel öncü sistem ise, bir müzik parçasının ilk birkaç notasından par­çanın hangisi olduğunu bilmek gibidir. Dokunsal bir öncü sistemde yakaladığınız ilk duygu, size olayın tama­mını yaşatacaktır.

Öğrenme Tarzları

Temsil sistemleri farklı öğrenme tarzları ile bağlantı­lıdır.

Öğrenme kuramlarının hepsi, en yüksek etki için öğrenenlerin öğrendikleri şeyi görmesi gerektiği üze­rinde birleşirler -görsel araçlar, şemalar, grafikler. Öğ­rendikleri şeyi duymaları gerekir -dersler, konuşmalar, kasetler ve müzik. Son olarak da, deneyimlendirmeleri gerekir -rol oynamalar, alıştırmalar ve prova. Eğitim çok-duyumlu bir deneyim olduğunda, yalnız daha ilginç ve eğlenceli olmakla kalmayıp, tüm temsil sistemlerine hitap etmesi sayesinde bütün tercihleri besler. "Ağır" öğrenenler, aslında sadece "farklı" öğrenenlerdir; mev­cut öğretim sistemini kendileri için zor bulmaktadırlar. Üniversite öğrenimi, işitsel sisteme ağırlık vermekte ve görsel veya dokunsal sistemleri tercih eden kişilere yeter­li dikkati göstermemektedir. Öğretmenler ve sunuş ya­panlar için tehlike, kendilerine en yatkın, onların en kolay öğrendikleri sistemde mükemmel sunuş verebil­melerine karşın, diğer tüm sistemleri göz ardı edebilme­leridir.

İlişkiler

Temsil sistemleri, ilişkilerinizi anlama konusunda da çok önemlidir. Öncelikle bir kişinin bizi önemsediğini nasıl anlarız? Bazıları için bu, ağırlıklı olarak görseldir. Onlar şefkat gösterileri ve sevecen bakışlar görmek ister­ler. Onlar için hediye almak ve vermek önemlidir, nasıl göründüklerine özen gösterirler ve karşılarından da bu­nu beklerler. Eşleri iyi gözüktüğünde, bu kendilerini önemsediklerinin bir göstergesidir onlar için.

Bazıları sürekli olarak eşlerinden, onu ne kadar önemsediğini duymayı beklerler. Sevecen bir ses onlar için önemlidir, karşılarındaki kişilerin kullandığı sözcük­lere ve ses tonuna karşı çok hassastırlar. Kızgın bir ses veya jestle söylenen sözleri daha zor affederler, çünkü onlar için sözcükler önemlidir. Önemsedikleri kişilerle konuşmayı ve çeşitli konular hakkında fikirlerini açıkla­mayı severler. Ses tonlarıyla nasıl hissettiklerini iletir ve karşı tarafın bu mesajı almasını beklerler.

Dokunsal olan kişiler ise, şefkati fiziksel olarak almak isterler. Bu göstergeler olmadan, karşı tarafın artık onları önemsemediklerini düşünür ve kendilerini red­dedilmiş hissederler.

Eşler, birbirleri için neyin önemli olduğunu bilmeli­dirler. Eşlerden biri, diğeri onun algılayabileceği tarzda ilgi göstermedi diye, sevilmediği hissine kapılabilir. Ör­neğin, işitsel kanala önem veriyorsa, eşinin onu sevdiğini söylemesini ister. Sevgi dolu bakışlara karşı kör olabilir. Bu, tartışmalar ve yanlış anlaşılmalara çok yatkın bir ze­mindir.

En iyi arkadaşlarımızı da, kendimizle aynı başat tem­sil sistemine sahip kişilerden seçeriz, çünkü en çok on­larla ortak yönlerimiz vardır.

İnsanların nasıl düşündüklerini bilince, onlar için neyin önemli olduğunu ve onları neyin kızdırdığını an­layabiliriz. Görsel sistemi baskın olan kişiler dağınık ve düzensiz bir ortamdan rahatsız olurlar. Belki masası hep düzenli olan ve her şeyin yerini hemen bilen bir iş arka­daşınız olmuştur. Bu kişiler büyük ihtimalle görseldirler. İşitsel sistemi baskın olanlar, gürültüden çabuk etkilenir­ler. Çalışırken sessiz bir yere ihtiyaç duyarlar. Dokunsal olanlar, rahatlarına düşkündürler; nerede ve nasıl otur­dukları konusunda hassastırlar. Rahatları yerinde oldu­ğu müddetçe, iş arkadaşlarını çılgına çevirebilecek kadar dağınık ve gürültülü bir yerde çalışabilirler. Temsil sistemlerini öğrendiğiniz zaman, insanların nasıl bu Kadar farklı olabileceklerini anlarsınız. Çalışma ortamınızı hem kendinize uygun hem de başkalarının gereksinim­lerini anlayıp saygı gösterecek, şekilde düzenleyebilirsi­niz.

Düşünmenin Fizyolojisi

Düşünme şeklimiz kendisini fizyolojimizde gösterir. Şimdiye kadar aktardıklarımızdan da açıkça anlaşılan NLP onvarsayımı şöyledir:

Zihin ve beden tek bir sistemdir.

Bir an için çizgi filmleri düşünün. Çizgi karakterleri ya­ratmak, hem çok zaman alır hem de pahalıya mal olur. Bunun için çizerler, karakterler hakkındaki bilgiyi en ekonomik şekilde vermeye çabalarlar. Karakterlerin na­sıl hissettiklerine dair bir alt yazı yoktur; dolayısıyla duy­guları, ruh hallerini ve deneyimleri iletmek için, bazı jestler ve mimikler düzenli olarak kullanılır. Bunların hemen anlaşılacağı varsayılır.

Öfke

İmgelemeyle birlikte yürüyen fizyoloji nasıldır? Gözle­rinde bir şeyler canlandıran kişiler, genellikle yukarı doğru bakarlar ve boyun kasları gergindir. Aynı zaman­da bir şeye odaklanmaya çabalıyorlarmış gibi kaşlarını çatarlar. Uzun süre imgeleyen kişiler, baş ağrısından ve boyun tutulmasından şikayetçidirler. Oysa boyun kasla­rını rahatlatırken de zihinsel resimler görmek müm­kündür.

Nefes alma fizyolojinin kritik bir bölümüdür. İmge­lerken insanlar dik durur ve göğüs kafesinin üst kısmın­dan nefes alırlar. Bu şekilde nefes almak daha kısa nefes­lere ve daha hızlı konuşmamıza yol açar.

İşitsel düşünmenin fizyolojisi ise farklıdır. Burada bedende küçük, ritmik hareketler ve bir yandan diğer yana sallanmalar görülür. Ses tonu açık, net ve çoğunlukla müzikaldir. Düşünürken alışkanlıkla kafasını bir yana doğru eğen bir kişi tanıyor musunuz? Bazı insanlar sanki telefonda konuşuyormuş gibi kafalarını ellerine yaslarlar. Buna "telefon duruşu" denir. Onlar kafalarının içindeki bazı sesleri dinlemektedirler. Aynı zamanda iç­lerinden konuşurken dudaklarının da kıpırdadığını gö­rebilirsiniz.

Dokunsal düşünme, bedenle birlikte düşünmedir ve rahat, hattâ yığılırcasına bir oturuşu içerir. İnsanlar bu tarzda düşünürken çoğunlukla aşağıya bakarlar, çünkü bu onları bedensel duyumlarına yakınlaştırır. Diyafra­mın altından nefes alırlar ve sesleri daha kısık ve ağır olur, çünkü bedenin aşağısından alınan nefes daha de­rin ve ağırdır. Duyguları yansıtmak, resimlere nazaran daha yavaştır ve görsel düşünen bir kişiyle dokunsal dü­şünen bir kişi arasındaki konuşma, bazen iki taraf için de boğucu olabilir. Görsel düşünen sabırsızlanabilir, çünkü dokunsal düşünen kişi daha ağır konuşmakta ve daha uzun sürede cevap vermektedir. Dokunsal düşü­nen ise çabuk olmaya zorlandığını hissedip rahatsız ola­bilir.

Evrensel bir beden dili olduğunu öne sürmüyoruz. Hepimiz bütün temsil sistemlerini kullanırız ve pek çok kişi bir sistemi tercih etmeyi adet edinmiştir. Bununla

birlikte, bazı özelliklerimiz zaman içinde yerleşirse, ifa­delerimiz de yüzümüzde gülümseme çizgileri, çatık kaş­lar veya büzüşmüş dudaklar olarak belirir.

Göz Erişim İpuçları

Göz hareketlerini izleyin. Hiç ne anlama geldiklerini merak ettiniz mi? Bunlara dair bir kalıp ya da bir amaç olduğunu fark etmiş olabilirsiniz. Gözler, göz çukurla­rında gelişigüzel hareket etmezler. NLP gözlerimizin hareket edişi ile düşünüş şeklimiz arasında bir bağlantı olduğunu öne sürmektedir.

Göz hareketleri, NLP literatüründe gözün erişim ipuçları olarak geçerler, çünkü bazı bilgilere erişmemiz için bize ipuçları sağlarlar.

Göz hareketleriyle temsil sistemleri arasında bir bağlantı olduğu görülmektedir. Belirli göz hareketleri, belirli sis­temlerle bağlantılıdır. Genel olarak, insanlar imgelerken yukarıya bakarlar veya gözleri odaklanmamış olur. İç ses­lerini dinlerken gözlerini iki yana, sol ve sağ yönlere doğru oynatırlar ve dokunsal düşünürken de aşağıya, sağ yöne doğru bakarlar. Aşağı, sola bakmaları çoğunlukla iç diyalogu belirtir. Bu hareketler düzenlidir ve çoğu za­man bilinçsizdir. Bunlar genel kalıplardır, dolayısıyla herkes için ve her zaman geçerli olacağını düşünmeyin.

Olağan bir konuşma esnasında göz hareketlerini keşfetmek mümkündür. Bir arkadaşınızla oturun ve ona bazı sorular sorun. Yanıtlarına değil, göz hareketlerine dikkat edin.

İmgelemelerini gerektirecek sorularla başlayın, ör­neğin:

"Evinin ön kapısını gözünün önüne getir."        

'Yeşil saçla nasıl gözükeceğimi hayal et." "En uzun boylu arkadaşın kim?"

İşitsel sorular ve komutlar şunlar olabilir:

"Zihninde en sevdiğin melodiyi dinle."

"Milli marşımızın ilk kıtasında kaç tane sözcük vardır?"

"Suyun altında sesin nasıl duyulur?"

İçsel diyalog için, onu çok ilgilendiren bir konuda kendi kendisiyle söyleşi yapmasını isteyin.

Duygular için ona sıcak bir banyoya girmenin nasıl olacağını veya hangi elinin daha sıcak olduğunu sorun.

Göz erişim ipuçlarının pratik uygulamaları nasıl olabilir? Bunlardan hem başkalarının nasıl düşündüklerini bul­makta hem de belirli şekillerde düşünmenizi kolaylaş­tırmakta faydalanabilirsiniz. Bir televizyon kanalını aya­rını yapar gibi, bedeninizle zihninizin uyumunu sağlaya­bilirsiniz. İmgelemeniz gerektiğinde yukarıya bakın. Duygularınızla iletişime geçmek istediğinizde aşağıya bakın. Erişim ipuçlarını, istediğiniz tarzda daha tam ve daha net düşünmenize yardımcı olmakta kullanın.

Öğretirken veya eğitim verirken de göz erişim ipuç­larını kullanabilirsiniz. Söz gelimi, görsel araç kullanı­yorsanız, bunları ideal olarak tepede ve izleyenlerin sonunda konuşlandırın. Bu yöntem, izleyicilerin görsel bel­leklerine daha kolayca erişmelerini sağlayacaktır.

Erişim ipuçları, beynimizi kullanma yöntemimizle ilişkili bir mecazdır. Beynimizin bazı yerleri bize ya­kındır ve bazı erişim ipuçları kolayca gelir. Bazı yerler ise keşfedilmemiş topraklardır ve kimi ipuçlarını ne­redeyse hiç kullanamayız. Travma türünden deneyim­ler yaşamış kişiler bazı kanalları tıkamışlardır, böylece acı hatıraların anımsanmasını önlerler. Örneğin, gör­sel alanınızda pek gitmediğiniz yerler var mı? Eğer doğru yere bakmazsanız, geleceğe ait net bir vizyona nasıl sahip olabilirsiniz? Beyninizin tümünü çalıştır­mak için erişim ipuçlarını kullanın. Bu, yaratıcılığınızı ve düşünce eriminizi geliştirmek için kullanabileceği­niz en önemli yöntem olabilir.

Göz erişim ipuçları, bir kişiye ayak uydururken veya öncülük ederken de kullanılabilir. Jale bir keresinde profesyonel bir kemancıyla çalışıyordu. Bu bayanın Londra tiyatrolarından birinin orkestrasında düzenli bir işi vardı. Bazen içinden gelen bir ses tarafından sinirinin bozulması ve dikkatinin dağılmasından şikayetçiydi. So­lunda oturan bir kemancıyla nota sehpasını paylaşmak­taydı. Notaları okumak için sürekli sol tarafa bakması gerekiyordu. Sol ve aşağıya bakmak iç diyalogu başlatır. Notaların durduğu yeri değiştirdi ve bu iç diyalogu dur­durdu. Basit ve etkili, değil mi?

Depresyona giren kişiler alışkanlıkla sağ, aşağıya bakarlar. Geleceği göremiyorum dediklerinde haklı­dırlar, çünkü yanlış yere bakmaktadırlar. Bir meslekta­şımız ağır bir depresyon geçiren bir kişiyle çalışmak­taydı. Onu daha sık yukarı bakmaya ikna ederek, daha fazla seçenek ve daha parlak bir gelecek görmesini sağlamıştı. Ancak, bir süre sonra hastası tekrar aşağı bakmaya başlıyor ve seçenekler yok oluyordu. Ona şöyle dedi: "Burada oturup yukarıya baktığında daha çok olasılık ve yol görüyorsun, değil mi?" Buna katılı­yordu. "Peki neden yukarı bakmaya devam etmiyor­sun?" Buna alışık olmadığını söylüyordu. Sanki farklı bir fizyoloji öğrenmesi gerekiyordu. Azimle çalışmaya devam ettiler ve bu, alışkanlık haline gelmiş depres­yonun sonu oldu. Bunu depresyonu yenmek için çabuk bir çözüm olarak sunduğumuzu sanmayın. Bura­dan çıkaracağımız ders, bazen alışkanlıklarımızın bizi nasıl yönetebildiğidir. Beden duruşundaki alışkanlık­larımız, düşüncelerimizdeki alışkanlıklarımızla bağ­lantılıdır. Fizyolojimizi düzenlemenin kendimize özgü tarzı, gerçek anlamda yaşamımızı tehdit ediyor olsa bile, bize gene de alışkanlığın verdiği rahatlığı sağlar. Duruşumuz ve düşüncelerimiz bize o kadar yakın gelir ki, başka bir yaklaşım olabileceğini düşünemeyiz. As­lında bunlar bizim yarattığımız oluşumlardır.

Dil, zengin ve esnektir ve düşüncelerimizi ifade et­menin pek çok yolu vardır. Muhtemelen bir şeyi ifade edecek doğru sözcüğü, dilinizin ucunda olmasına rağ­men bulamadığınız zamanlar olmuştur, insanlar aynı fikri, farklı bir temsil sistemi kullanarak söyleyebilirler. Örneğin, vedalaşırken arkadaşlarınız "Görüşürüz", "Ko­nuşuruz" veya "İrtibatta olalım" derler.

NLP, dili iç deneyimin bir yansıması olarak anlar. Dil, düşünüş şeklimizin şaşırtıcı ölçüde doğru bir aktarımıdır. Duyusal dili anlamak için kulak kabarttığımızda, sözcüklerimiz çok şeyler anlatırlar. Örneğin, önceki cümlemiz işitsel duyumuzla ilgili kelimelerle doluydu. İç duyularımızı gösteren sözcük ve deyimlere, NLP'de tem­sil deyimleri denir.

Üç kişinin bir evi betimlediğini hayal edin. İlki şöyle der, "Evin muhteşem bir görünüşü var. Salon çok büyük ve bahçeye bakıyor. Karşıdaki parkın harika bir manzarası var. Renk cümbüşü çok güzel ve bize her şeyi gösterdiler. Bu evi alacağımız çok açık. Burada çok muüu bir yaşa­mımız olacağını görebiliyorum."

İkincisi ise şunları söyler, "Ev fena değildi. Emlakçi bize evin tarihi hakkında bir sürü şey anlattı. Dekorasyon biraz bağırıyordu ve bahçe hakkında gururla bahsedilecek çok şey yok. Trenin gürültüsü biraz rahatsız edici. Mahal­leyle aynı dalga boyunda hissetmedik. Karar vermeden önce ev hakkında biraz konuşmamız lazım."

Üçüncü kişi şöyle konuşur, "Burada mutlu olamaya­cağımıza dair içimde güçlü bir his var. Burası içinde ra­hat hissedebileceğim bir yer değil. Bunları sağlam bir şe­ye dayandıramam, ama hemen bir karara itilmek veya baş­kalarını alıkoymak istemiyorum. Yarın emlakcıyla irtibata geçeceğim.

Üç kişi de aynı ev hakkında konuşmakta, ancak fark­lı şeylere dikkat edip farklı şekillerde düşünmekteler. Bu kişilerin ilki görsel, ikincisi işitsel ve üçüncüsü dokunsaldır.

Aşağıda sık kullanılan bazı temsil deyimlerini görüp kulağa nasıl geldiklerini ve bu fikir hakkındaki duygula­rınızı düşünebilirsiniz.

Bundan başka, belli bir temsil sistemine ait olmayan söz­cükler de vardır: Fikir, karar vermek, düşünmek, bilmek, öğrenmek, değişmek, çalışmak, meditasyon, anlamak.

Kendimi Bilmek ve Başkalarına Ayak Uydurmak

Duyusal temelli dil kullanımı, iletim ve etkileme için güçlü bir araçtır.

Önce kendinizi bilin. Size özgü dil kullanımı ve dü­şünme tercihlerinizi keşfedin. Bunu bulmak için, birkaç dakika süreyle özel ve iş hayatınız hakkında yazı yazabilir veya sesinizi teybe kaydederek konuşabilirsiniz. Üzerin­de düşünmeden, doğaçlama olarak, aklınıza ne geliyorsa yazın veya söyleyin. Daha sonra hangi tür dilin öne çık­mış olduğuna dikkat edin -görme, işitme ya da hissetme.

Başkalarının düşüncelerini nasıl yansıttıklarını fark etmeye başlayın. Bu, biraz yeni bir yabancı dili öğrenme­ye benzer. Kişileri, hangi duyusal sözcükleri kullandıkla­rına dikkat ederek dinleyin. Zaman içinde tekrarlanan kalıpları duyacaksınız, insanlar tercih ettikleri temsil sis­temlerine uygun dili kullanırlar; dolayısıyla onları din­lemek, tercihlerini öğrenmenin en kolay yöntemidir. İçeriğin ötesine geçerek kişinin bunları nasıl dile getir­diğini dinleyin. Bu büyüleyici bir şeydir -önünüze çok duyulu dünyalar serilecektir. Tıpkı göz hareketleri gibi, aslında bunlar da hep vardılar. Ama siz artık algılamanın kapısını biraz daha açtınız.

Duyusal temelli dile duyarlı bir kulak geliştirdikten sonra, dili kullanarak karşınızdakilere ayak uydurabile­ceksiniz. Onların tercih ettikleri temsil sistemine ait sözcükler kullanın. Bu size sözel düzeyde uyumu sağlaya­caktır. Örneğin bir kişi, "Bunun benim için doğru olup olmadığını söyleyemiyorum" dediğinde cevap olarak, "Baş­ka neyi duymaya ihtiyacın var?" diyebilirsiniz. Eğer bu kişi net bir vizyona sahip olmaktan bahsetseydi, siz de ileriyi görme üzerine konuşabilirdiniz.

Adam, iki yöneticinin şirket siyasası üzerindeki anlaş­mazlığını gidermek amacıyla bir imalat şirketine danış­man olarak çağrılmıştı. İki yöneticinin de mükemmel özellikleri vardı, ancak, aralarındaki çatışma yüzünden bunları tam anlamıyla kullanmıyorlardı. Sadece bir top­lantı, sorunu çözmeye yetti. Yöneticilerden ilki olan Can, Ferit'in ulaşılmaz ve antipatik olduğunu düşünü­yordu. Ferit ise, Can'ı kısa erimli düşündüğüne inan­makta, düşünme şeklini de bulanık bulmaktaydı. Can daha dokunsal, Ferit ise daha görseldi. Ferit'in konuşma hızını yavaşlatması, aralarındaki uyumun düzeyini artır­dı, lan, Ferit'in şirket vizyonunu, Can'ın daha rahat anlayacağı dokunsal dile çevirdi. Toplantının sonunda, iki yönetici temelde anlaşmış durumdaydı. Can halkla ilişkiler alanıyla, Ferit ise genel planlamayla ilgilenecek­ti. Daha önceden iletişim kurmakta zorlanıyorlardı, çünkü farklı dillerden konuşuyorlardı. Bir çevirmene ihtiyaçları vardı!

Eğitirken, öğretirken ve yazarken duyma, görme ve hissetmeyle ilişkili kelimeleri bir karışım halinde kulla­nın. Düşüncelerinizi farklı temsil kalıplarıyla giydirin. Bırakın da, görseller söylediklerinizi görsünler, işitseller net olarak duysunlar ve dokunsallar ana mesajınızı yaka­lasınlar. Kullandığınız dil ne kadar açık olursa, öğrenen kişinin deneyimi de o kadar canlı olur.

Aynı ilkeler yazma şekliniz için de geçerlidir. Oku­ması en zor yazılar, teknik dile dayalı, soyut sözcüklerle dolu ve görüntü ile ses unsurları içermeyenlerdir. Aslın­da soyut konuların, soyut dille anlatılması şart değildir.

Düşünceler fizyolojiyle, bunların her ikisi de dille bağlantılıdırlar. Bundan sonraki bölüm, gerçeklik hari­talarımızın sahip olduğumuz becerilere ye söylediğimiz sözcüklere nasıl aktarıldığını daha derinlemesine keşfe­decek.

Alt Sistemler

Beş temsil sistemi -görme, hissetme, işitme, tat ye koku alma- iç deneyimimizin yapı taşlarıdır ve bun­lar kimi zaman duyusal sistemler olarak adlandırılırlar.

Duyularımızla dış dünyada yapabileceğimiz her ay­rımı, iç dünyamızda da yapabiliriz. Örneğin, renkleri görerek, hem zihinsel dünyamızda hem de dış dünyada uzaklığı sezeriz. NLP'de bu farklara alt sistemler denir. Alt sistemler, duyularımızın daha küçük yapı taşlarıdır; bü­tünsel resimler, sesler ve duyguların yaratılma tarzıdır. Bunlar her deneyimi ayrı kılan özelliklerdir.

Rahatlayın ve hoş bir anınızı anımsayın. Bununla ilgili zihinsel resminize bakın. Eğer bunu imgelemekte zorlanı­yorsanız, ne görebiliyorsanız görün. Resim siyah beyaz mı, yoksa renkli mi? Hareketli mi, durağan mı? Renkler ne ka­dar parlak? Resme kendi gözlerinizle mi bakıyorsunuz, yok­sa kendiniz de resmin içinde mi yer alıyorsunuz? Tüm bun­lar görsel alt sistemlerdir. Bırakın resim yavaşça kaybolsun.

Şimdi bu hatıranızdaki sesleri dinleyin. Bunlar yük­sek veya alçak mı, yakın veya uzak mı? Devamlı mı? Ses­ler net mi yoksa boğuk mu? Hangi yönden geliyorlar? Bunlar işitsel alt sistemlerdir. Bırakın sesler kaybolsun.

Şimdi duygular. Bedeninizin nerelerinde bulunuyorlar? Her bir his büyük mü, küçük mü? Sıcak mı, soğuk mu? Ne kadar şiddetli? Kapsadığı alanın büyüklüğü ne kadar? Bun­lar dokunsal alt sistemlerdir. Bırakın duygular kaybolsunlar.

Hatıralarımız, umutlarımız ve inançlarımızdan her bi­rinin alt sistemik bir yapısı vardır ve onlara bu yolla anlam­lar veririz. Daha sonra onlar hakkında duygu sahibi oluruz. Bu, hem tek seferlik olaylar (örneğin, "ilk randevunuz") hem de deneyim sınıfları (örneğin, "sevgi", "inançlar", "ka­fa karışıklığı" veya "hobiler") için geçerlidir.

Aşağıda en sık rastlanılan alt sistem ayrımlarını bu­lacaksınız. Sizin için önemli olan başkaları da olabilir.

Alt Sistemleri Kullanmak

Alt sistemler, öznel deneyimlerimiz üzerinde kontrol kazanmak için bize çok büyük fırsatlar sunar, çünkü bunları istediğimiz an değiştirebiliriz. Örnek olarak, olumsuz bir ruh halini, diyelim ki, can sıkıntısını ele ala­lım. Can sıkıntısını yaşamak nasıl mümkün olur? Dışsal neden ne olursa olsun, ruhsal durumun bir alt sistem yapısı vardır. Örneğin, insanlar sıkıldıklarını anlatırken genelde her şeyin "düz" veya "gri" olmasından bahseder. Tipik bir ses tonuyla konuşurlar.

Sıkılmış bir ruh halini değiştirmek için, onun tüm temsil sistemleri içindeki alt sistemini belirleyin. Ardın­dan, kendinizi söz gelimi, meraklı bir ruh hali içinde düşünün. Çok merak ettiğiniz bir şeyi düşünün ve yine bu ruh halinin alt sistem yapısını belirleyin. Şimdi bir adım geri gidin ve her iki alt sistemler setine bir göz a-tın. Ne kadar farklılar? Canınızın sıkılması deneyimine geri dönün (hâlâ yapabiliyorsanız) ve can sıkıntısı alt sistemini, meraklılık alt sistemine dönüştürün. Deneyi­minizin nasıl değiştiğini fark edin.

Sıkılmış bir ruh hali içindeyken, ne kadar istese­niz de, irade gücünüzle kendinizi, diyelim, meraklı "yapamazsınız". Ne ki, alt sistemleri değiştirmek, size ruh halinizi değiştirmenin pratik yolunu kazandıra­caktır.

Alt sistemleri değiştirerek deneyimin yapısını değiş­tirdiğimizde, anlam da değişecektir. Anlam değişti­ğinde ise içsel tepkimiz değişecektir.

Bazı alt sistem değişikliklerinin, içsel deneyimlerimiz ü-zerinde çok güçlü bir etkisi vardır. Bunlar kritik alt sistem­ler olarak bilinirler.

Nasıl dilimiz, içsel deneyimlerimizi hem yansıttığı hem de başlatıyorsa, alt sistemler de, günlük dildeki du­yusal söyleyişlerimiz ve metaforlarımızı, yani kullandığı­mız temsil deyimlerinin kaynağını oluştururlar. Alt sis­temleri belirten terimler genellikle doğru yansıtmalardır ve deneyimlerin temsil edilişlerindeki alt sistemleri çağı­rabilir ve değiştirebilirler. Örneğin, bu fikirlere odakla­nırken, bunları evirip çevirip, değişik açılardan bakmak­tayız. Bir konuyu açmayı düşünün, bunu kapatmak nasıl farklı bir his uyandırırdı? Konuyu kapatıp, üzerine kilit vurduktan ve arkadaki buzdolabına kaldırdıktan sonra, onu düşünmek çok zorlaşır. Bir fikri açtığınızda ise onu genişletir, çerçeveleri ve sorunları düzeltirsiniz. Bu tür söyleşisel alt sistem değişikliğinde beceri kazanmak size çok uzak gibi görünebilirse de, konu sizi çektiğinde, us­talaşmanız çok zaman almaz.

Alt sistemleri anlamak, kendi deneyiminiz hakkında size daha çok seçeneğe sahip olmanızın bir yolunu su­nar. Bunlar, çok ihtiyaç duyulmasına rağmen hâlâ yazıl­mamış olan "Beyin Kullanıcısının Kılavuzu"nun temel bir parçasıdır. Şimdi alt sistem metaforlarımızın zaman. deneyimimizi nasıl yansıttığına bakalım.

 

Zaman Çizgisi

Zaman hakkında zengin bir alt sistem terimleri karı­şımını kullanarak konuşuruz. Bunları öznel deneyimle­rimizi kodlamak için kullanırız. Zamanı sınıflandırmak

için bir yöntemimiz olmasaydı, başımız cidden belaya girebilirdi.

Zaman gerçekte ne olursa olsun, onunla ilgili öznel deneyimlerimiz uzamsaldır. "İlerideki tatili iple çek­mek", "geçmişe dönmek", "oldukça geride kalmış" ve "uzak gelecek" gibi metaforlar kullanırız. Zamanı bir çizgi gibi düşünürüz. Geçmiş, şu an ve geleceğin farkını nasıl algıladığımızı hiç düşündünüz mü? Geçmişteki bir olayı düşündüğünüzde, onun ne zaman gerçekleştiğini (eğer olmuşsa) nasıl bilirsiniz? Bir şeyin iki ay veya iki yıl önce değil de, iki hafta önce olduğunu nereden biliyor­sunuz?

Geçmişinizi nereye konuşlandırırsınız? Geçmişteki bir olayı düşünün. Bu nerede yer alıyor? O yöne doğru işaret edin. Peki, geleceğinizi nereye konuşlandırırsınız? Yakında yapmayı umduğunuz bir şeyi düşünün ve o yöne işaret e-din. Geçmişinizi geleceğinizle birleştiren bir çizgi hayal edin. Bu sizin zaman çizginindir. Başka bir kişinin zaman çizgisini bulmak için, geçmişte olan bir olayla gelecekte olmasını umduğu bir olayı karşılaştırmasını isteyin ondan. Her iki olay hakkındaki konuşma şeklini dinleyin ve özel­likle ne yöne baktığına ve jestlerine dikkat edin. Onlar bi­linç düzeyinde farkında olmasalar da, bedenleri geçmiş ve geleceğin nerede olduğunu bilmektedir.

Zaman çizgileri iki kategoriye girme eğilimi gösterir. İlkine zamanın içinde denir. Zamanın içinde olan kişile­rin zaman çizgileri önden arkaya doğru gider -geçmiş arkalarında, gelecek önlerinde yer almaktadır. Bu kişi­ler, zaman çizgisinin "şimdiki zaman" bölümünde yaşar­lar; dolayısıyla zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmaz­lar, daha anlık ve içlerinden geldiği gibi yaşarlar, bir yer­lere zamanında yetişmekte ve teslim tarihlerinde zorlanırlar. Bunlar bir sonraki haftanın takvimini açıp ne ka­dar çok şey olduğunu görerek korkan kişilerdir. Sanki bir sürprizle karşılaşmış gibi olurlar.

İkinci kategori zaman boyuncadır. Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek bütünüyle, zaman boyunca insanının önünde durur. Genellikle geçmiş sol tarafında, gelecek de sağ tarafında uzanır. Zaman boyunca insanları iyi planlamacılardır. Dakik olurlar ve zaman yönetiminde başarılıdırlar.

Zaman çizgilerinin büyüleyici sonuçları vardır. Bazı kişi­lerin zaman yönetimi becerileri zayıftır ve bu iş hayatın­da önemli olabilir -Batı dünyasının iş kültürü zaman bo­yuncadır. Tanıdığımız bir hanım, toplantılara geç kal­masıyla ün salmıştı. Ona geçmişteki anılarını ve gelecek­teki belirsiz önündeki yeri gösterdi. "Hepsi birlikte oradalar" dedi. Bu hanım aynı zamanda bazen gerçekte yapmamış olduğu şeyleri yaptığını düşünüyordu. Zamanı nasıl depo­ladığını bildiğimiz için, bu pek şaşırtıcı görünmedi bize.

Kişilerin zamanı organize etme şekillerine ayak uy­durmak önemlidir. Böylece onların zaman çizgilerini daha etkili olmalarına yardım edecek şekilde düzenlemek için motive edilmeleri mümkün olur. Zaman yönetimi kursları, zaman boyunca kişiler tarafından, zaman boyunca kişileri­ne sunulurlar. Zaman içinde kişiler ise kendilerine yardım etmek için tasarlanan bu kursları zor bulurlar!

NLP'de zaman çizgilerini pek çok şekilde kullanıyo­ruz -geçmişteki anılara erişmek için, terapide ve zaman yönetiminde ve cazip gelecekler yaratmak amacıyla. Za­man çizgisi konusunda geniş ve ilgi çekici bir NLP litera­türü bulunmaktadır.

Katılımcı ve İzleyici Durumlar

Katılımcı ve izleyici durumlar, alt sistemlerin iki ö-nemli kısmıdır. Bir deneyimin içinde olduğunuzda ve kendi gözlerinizle gördüğünüz anlarda katılımcı olursu­nuz. Deneyimden ayrılıp dışında durarak, kendinizi bir adım öteden gördüğünüzde ise izleyicisinizdir.

Hoş ve tekrar yaşamak istediğiniz bir hatıranızı dü­şünün. Bunu anımsarken katılımcı veya izleyici misiniz, yoksa iki durum arasında gidip gelmekte misiniz?

Şimdi durumunuzu değiştirin. Bedeninizi hareket ettirin ve pek hoş olmayan bir hatıranızı şimdi yeniden yaşayın. Katılımcı veya izleyici misiniz, yoksa ikisi arasın­da gidip gelmekte misiniz? Ruh halinizi tekrar değiştirin.

Katılımcı bir deneyim, izleyici bir deneyimden çok farklıdır. Katılımcı olduğunuzda deneyimin içindesinidir ve bu olaya "ilişkin" iyi veya kötü olan tüm bedensel duygulan tekrar yaşantılandırırsınız, Hoş anları yeniden yaşamak için böylesi anılarınızı katılımcı resimler olarak depolayın. İzleyici durumda iken, deneyimin dışındasınızdır ve bununla birlikte gelen duyguları deneyimlendiremezsiniz. Bazı insanların geçmişteki önemli ve yoğun deneyimlerine bakıp da hiçbir şey hissetmediklerini söy­lediklerinde, bunun nasıl mümkün olabildiğini merak edebilirsiniz. Bunu, izleyici duruma geçerek yaparlar.

İzleyici olmak çok yararlı olabilir; acılı hatıraları uzakta tutar. Aynı zamanda tecrübeden öğrenmenizi sağ­lar. Bir an için geçmişteki olumsuz bir deneyiminizi dü­şünün. Bunu anımsarken katılımcı mı, yoksa izleyici mi olduğunuzu fark edin. Eğer katılımcıysanız, izleyici olun. Kendi içinizden çıkın, resimdeki bedeninizi bırakın ve kendinizi bu tabloda görün. Eğer zaten izleyici durumdaysanız, perspektifinizi değiştirin ve kendinize baş­ka açıdan bakın, belki yukarıdan veya aşağıdan veya da­ha da uzaktan. Şimdi kendinizi bu ortamda görürken, bundan ne öğrenebilirsiniz?

Alt sistemleri kullanarak, deneyimlendirme şeklinizi değiştirdiniz. Bunun sonucunda, yapmamanız halinde kaçıracağınız yeni şeyler öğrenebildiniz.

Katılımcı ve izleyici perspektifler, yalnızca birer zihinsel durumdan ibaret değildir. Bunlar bedeninize kaydedilir­ler. Katılımcı olduğunuzda, şimdiki zaman içindesinizdir ve bedeninizle duygularınızın farkında olursunuz. Katılım­cı durum zamanın içindedir. Bu sırada öne doğru eğilmeniz mümkündür. Büyük bir olasılıkla, yoğun bir tartışma veya söyleşi sırasında öne doğru eğilen insanlar görmüşsünüz-dür. Bunu yaparak, ilinti kurduklarını görürsünüz ve ken­diniz de bunun nasıl bir şey olduğunu bilirsiniz.

İzleyici olduğunuzda, bir parça uzakta yani "pek bir­likte değil gibi" ya da düşünceli bir ruh halinde olursu­nuz. Nesnel olur ve şeyler hakkında düşünür, geleceği tasarlar veya geçmişi gözden geçirirsiniz. İzleyici durum zaman boyuncadır. Bedeniniz "geriye doğru gitmeye" eği­limlidir.

Ne katılımcı ne de izleyici olmak daha iyidir. İkisi de faydalıdır; ne yapmak istediğinize bağlı olarak, ikisini de kullanabilirsiniz. Bazı etkinliklerde mutlaka katılımcı olmak, bazılarında da izleyici kalmak isteyeceksiniz. İki durum arasında serbestçe dolaşabilmek size büyük bir duygusal özgürlük ve öğrenme fırsatı sağlar. Bazen in­sanlar bu durumlardan birinde tıkanıp kalırlar. Eğer geçmişlerinde acı çekmişlerse, takılıp kaldıkları hal, ge­nelde izleyicilik olur.

Bedensel farkındalığımızın da, tıpkı özsaygı ve fizik­sel sağlık gibi bir alt sistem yapısı vardır. Kendimiz hak­kındaki düşüncelerimiz bedenimizi etkiler, çünkü zihin ve beden bağlantılıdır. Bu görüntüler ve duygular ge­nelde bilinçdışıdır. Beden ve zihin ilişkisine dayalı tıp alanında, imgelemenin sağlık ve hastalık üzerindeki gü­cü üzerine pek çok çalışma yapılmıştır. Hastalar hayal ettikleri resimlere, sağlık alt sistemlerini vermeyi öğren­diklerinde, imgeleme çok daha etkili olur. İç diyalogu­muz ya da kendimizle konuşmamız da sağlığımızı etki­ler. Size sürekli ne kadar kötü hissettiğinizi ileten bir iç diyalog sizi çökertir. NLP, bağışıklık sisteminizin, iç diya­logunuza kulak kabarttığını ileri sürer.

Modelleme

NLP'de modelleme, bir kimsenin bir işi nasıl yaptığını öğrenmek anlamına gelir. Mükemmelliği kopyeleme süreci, NLP'nin özüdür. Bir beceriyi modellemek, bu beceriye sahip kişinin bunun hakkında nasıl düşündü­ğünü ve bunu yapabilmesini mümkün kılan değer ve inançları keşfetmektir. Duyguları, deneyimleri, davranış­ları, inanç ve değerleri de modelleyebilirsiniz. NLP, mümkün olan her şeyi modeller. Bu mümkündür, çün­kü daha önce bir insan bunu yapmıştır.

Buradaki NLP önvarsayımı şöyledir:

Başarılı kişileri modellemek, mükemmelliğe götü­rür. Eğer bir insan bir şeyi yapabiliyorsa, bunu modellemek ve başkalarına öğretmek mümkündür.

Modelleme, bir çocuğun temel öğrenme biçimidir. Yürümeyi ve konuşmayı da bu şekilde öğrendik. Aslında Mark Twain bize, eğer bu beceriler formel bir yöntemle öğretilseydi, aksak ve kekeme olabileceğimize işaret et­mişti. Çocuklar, çevrelerinde öğrenmek istedikleri şeyle­ri yapabilen yetişkinleri basit bir şekilde kopya ederler. Böylelikle sadece görünüş değil, yüz ifadeleri, duruşlar, ses tonları, davranış biçimleri, tavırlar, inanç ve değerler ve tüm bunların taşıdığı avantaj ve dezavantajlar da, ku­şaktan kuşağa aktarılır. Formel olmasa bile, modelleme güçlüdür -bu şekilde kazanılan beceriler, okulda öğreti­lenlerden daha kalıcı olurlar.

Bir beceriyi modellemek için üç mantıksal düzeyde yoğunlaşmak gereklidir: Modelimizin yaptıkları (davra­nış ve fizyolojileri), nasıl yaptığı (düşünme şekilleri) ve

neden yaptığı (inanç ve değerleri). Bundan başka, mo­delin içinde bulunduğu çevreyi ve modelin kimliğini de dikkate almalısınız.

Bir beceriyi modellemek için gereksindiğiniz beceriler: modelin davranış ve fizyolojisi düşünme şekli inanç ve değerleri

NLP'de modelleme üç evreden oluşur* İlk evre, gözlemleme, sorgulama ve ilginizi çeken davranışı ser­gilerken, modelinizin yanında bulunmadır. Modelin yanındayken ikinci konumda yer alır ve elinizden gel­diğince onun yerine geçersiniz. Doğrudan soru sor­makla yetinmek hayal kırıcı olabilir, çünkü yüksek be­ceriye sahip kişiler, genellikle öğrenme aşamalarını unutmuş olurlar ve işi tam olarak nasıl yaptıklarının far­kında değildirler. İşte bu yüzden en iyi öğretmenler, en iyi uygulamacılardan çıkmaz. NLP modellemecisinin görevi, bu bilinç engelini aşarak, modelin bilinçdışı ye­terliliğini öğrenmektir. Bu, aynen karmaşık bir binayı tutan iskele çıktıktan sonra, onun nasıl inşa edildiğini hayal etmeye benzer.

İlk evreyi bitirdikten sonra, elinizde çok fazla bilgi ola­caksa da, neyin önemli, neyin önemsiz olduğundan henüz emin olamayacaksınız. Bazı unsurlar, modelin kişisel stili olabilir. Dolayısıyla ikinci kısımda yapılacak olan, modelin her davranışını sistemli bir biçimde ele alarak, bunun sonuç üzerinde bir değişiklik yaratıp yaratmadığını anlamaktır. Eğer yaratıyorsa, modelin gerekli bir parçasıdır. Eğer yaratmıyorsa, bir kenara bırakılabilir.

Üçüncü ve son evre ise, öğrendiklerinizi başkalarına aktarabilmek amacıyla çözümlemektir.

Modelleme son derece faydacı Ve sonuç odaklıdır. Modeller doğru veya yanlış olamazlar, ya işlerler ya da işlemezler. NLP pratik uygulamalarda çok güçlüdür, çünkü teknikleri gerçek başarılardan modellenmiştir.

Bazı beceriler için daha iyi işleyen, alternatif bir modelleme seçeneği daha vardır. Burada işi küçük parçalara böler ve bütün beceriyi oluşturana kadar sistemli bir şekilde, her bir beceriyi elde edersiniz. Bu yöntem iyi işle­yebilir, ancak, organik bir model yerine, bir Frankenstein modeliyle sona erme olasılığı da vardır. Hangi yöntemle yaparsanız yapın, ancak modelinizle hemen hemen aynı sonuçları elde ettiğiniz zaman, çalışmanız sona ermiş olur. O zaman modelinizin işlediğini anlarsınız.

NLP, bazıları son derece karmaşık becerileri olan birçok model üretmiştir: Liderlik, iletişim ve dil kalıpla­rı, en üst düzeydeki satış elemanlarının, yöneticilerin ve atletlerin becerileri. NLP aynı zamanda hızlı okuma, doğru yazma ve müzikal hafıza gibi alanları da modellemiştir. Bir kez modelleme becerisi kazandıktan sonra, bunu ilginizi çeken her konuyu modellemek için kullanabilirsiniz.

Zihinsel Stratejiler

Kişilerin nasıl düşündüklerini -zihinsel stratejilerini-öğrenmek, modellemenin önemli bir parçasıdır. Zihin­sel stratejiler, bir işi başarmak için düşünce ve edimlerinizi nasıl düzenlediğinizdir. Bunlar, bir ismi hatırlamak gibi basit bir işten, kariyer planlamak veya aşık olmak gibi çok karmaşık bir işe kadar uzanabilir. Büyük hedef­lerin küçük görevlerden oluşması gibi, karmaşık strateji­ler de iç içe geçmiş Çin kutularına benzeyen daha küçük parçalardan oluşurlar.

Bir stratejiyi modellemek için keşfetmeniz gerekenler:

•  Kullanılan temsil sistemi.

•  İçsel resimlerin, seslerin ve hislerin alt sistemleri.

•  Aşamaların sırası.

Satış Stratejisi

Adam, en iyi satış elemanlarını modellemek üzere bir otomobil firmasıyla çalışıyordu. Bu kişiler, her seferinde ilkin müşteriye arabayı gösterip, arabanın çevresinde dolaşarak dış görünüşünü övüyorlardı. Daha sonra kol­tuğu müşteriye göre ayarlıyor, rahat etmelerini sağlıyor ve deneme sürüşüne çıkarıyorlardı. Sürüş esnasında ses­siz kalmaktaydılar. Galeriye geri döndüklerinde, tekrar arabanın çevresinde dolanıyor ve gizli kalmış ve görsel açıdan etkileyici yönlerini gösteriyorlardı. Ancak bun­lardan sonra, ofise dönerek araba hakkında konuşmaya başlamaktaydılar. Bu görselle başlayıp, dokunsalla de­vam eden, görsele geri dönen ve işitselle biten bir satış strajesidir. Buradaki satış ekibinin bir üyesi, diğerlerin­den daha az başarılıydı. Müşteri arabayı kullanırken de­vamlı konuşuyor, arabanın özelliklerinden bahsediyor­du. Bu yüzden müşteri sürüşe konsantre olamıyordu.

Adam, kilit noktalarını ayrıştırarak, bu satış temsilcisine performansını nasıl artıracağı konusunda rehberlik yapmayı başardı. "Bırak, araba kendini anlatsın!"

Yazma Stratejisi

NLP yazma stratejisi, doğru temsil sisteminin kulla­nılmasının önemini gösteren iyi bir örnektir. Yazma, di­lin görsel bir temsilidir, dolayısıyla yazma stratejisi görsel sistemi içermelidir. İngilizcede kelimelerin harflerini doğru yazanların neredeyse tamamı aynı stratejiyi kulla­nırlar: Kelimelerin harflerini sıralarken önce gözlerinde canlandırırlar, sonra doğru olup olmadığını hisleriyle kontrol ederler.

Doğru yazma konusunda hatalar yapanlar, genellikle sese odaklananlardır. İtalyancanın tersine, İngilizcede seslerin yazım şekliyle örtüşen basit kurallar yoktur.* İyi heceleme becerisine sahip olanlar, kelimeleri düzden olduğu kadar tersten de yazabilirler. Eğer onları izleme fırsatını bulursanız, kelimeleri imgelerken hafif yukarıya doğru ya da gözlerini odaklamadan baktıklarını görür­sünüz.

Burada alt sistemler önemli olacaklardır. Jale, o-kulda hecelemede zorluk çeken bir kız çocukla çalışmış­tı. Çocuk sözcükleri imgeliyordu. Yukarı bakıyor, ancak, iyi göremediğini söylüyordu. Jale ona harflerin ne renk olduğunu sordu. Kız, "Siyah" diye cevapladı. Daha sonra arka fonun rengini sordu. Cevabı yine "Siyah"tı. Harfleri iyi görememesine şaşmamalı! Jale, beyaz bir fonun harflerin daha iyi gözükmesini sağlayacağını belirtti. Öğrenci, bu öneri üzerine fonu beyaza dönüştürdü ve harfleme becerisi o kadar gelişti ki, iki haftada bu ko­nuda sınıfında en başarılı grubun içine girdi.

Modelleme ve stratejiler, hızlandırılmış öğrenmenin anahtarlarıdır. Etkili bir öğrenme stratejisi ile çocuklar hızlı, doğal ve kolay öğrenirler. İyi öğrenme stratejilerini öğretmek, tüm öğrencilerin aldıkları sonuçlan iyileştire­cektir. Herhangi bir alandaki "yetenek", iyi bir öğrenme stratejisine sahip olmanın ürünüdür. NLP hepimizin doğal olarak yetenekli olmayı öğrenebileceğimiz bir öğ­retim sisteminin temelidir.

Motivasyon Stratejisi

Kendi kendinizi bir şeyi yapmaya nasıl motive ettiği­nizi hiç merak ettiniz mi? Motivasyon statejiniz bir işe ne kadar kolaylıkla girişeceğinizi belirler. Örneğin, modellediğimiz bir kişi, önce yapması gereken işe bakar ve içinden, "İşte bunu yapmanın tam zamanı" diyen yük­sek ve yüreklendirici bir ses duyar. Daha sonra bitmiş işin büyük, canlı ve parlak bir zihinsel resmini tasarlar. Kendisini iyi hissederek bu resme bakar ve işe girişir. Bu strateji iyi işler ve kullanması zevklidir. Olumlu bir ama­ca doğru ilerlemektedir.

Bu örneği modellediğimiz başka bir kişiyle karşılaştı­rın. Bu kişi yapılacak işe bakıp, "Hadi, şu işe başlamalı­sın" diyen rahatsız edici, genizden gelen bir ses duyar. Tahmin edeceğiniz gibi direnir. Bunun yerine yapabile­ceği şeylerin parlak resimlerini yapar ve kendini iyi his­seder. Daha sonra işi yapmamanın neticelerine dair bir resim çizer ve kendini kötü hisseder. Kendini iyi hissettiren resimlerle gidip, işi bırakması şaşırtıcı değildir. Za­manla işi yapmamanın sonuçlarının, aslından daha bü­yük ve yakın gözükmesi sonucu, kendini o kadar kötü hissetmeye başlar ki, işi sonunda yapar. Bu stratejiyi kul­lanmak zevkli değildir, çünkü kötü sonuçlar tarafından tetiklenmektedir. İkinci öznemizin motivasyonu zorlaştı­ran dört unsurun, dördünü de içeren bir stratejisi var­dır:

1.  İşi yapmamanın olumsuz sonuçlarını hayal edip işlekötü hisleri birbirine bağlar.

2.  Kendisine ayak uydurmayıp otoriter bir yaklaşım ser­giler.

3.  Atılacak adımlara ve işin aşamalarına bakmak yerine, bütününe bakar ve gözü korkar.

4.  Kendisini işi tamamlamış hayal etmek yerine, yapar­ken hayal eder.

İşi erteleme stratejisi istiyorsanız, bu en iyilerinden biri­dir. Teslim tarihlerinin baskısı altında yaşamak istiyorsa­nız, harika işler.

Bu bizi yeni bir NLP önvarsayımına götürmektedir: İnsanlar mükemmel çalışırlar.

Hiç kimse yetersiz veya kusurlu değildir. Önemli olan, nasıl işlev gördüklerini keşfedip, bunu daha yararlı ve arzu edilebilir sonuçlar üretmek üzere etkili bir bi­çimde değiştirmektir.

Kaygı Stratejisi

Biraz önce gördüğümüz gibi, stratejiler hoş veya na­hoş çeşiüi sonuçlar yaratırlar. Endişe duymakta kullanı­lan stratejide, ters gidebilecek tüm olasılıklara ilişkin bir dizi büyük, parlak ve yakın resim yaratılır. Bu resimlere bakmak size kendinizi kötü hissettirecektir.

Örneğin, geç saatlere kadar dışarıda olan kişiler hakkında endişe duyduğunuzda, onların başlarına gele­bilecek şeyleri tüm canlılığıyla hayal edip, kötü hislere kapılırsınız. Sonra size bunu hissettirdikleri için onları sorumlu tutar ve onlara kızarsınız. Çok ince düşünceli olmayabilirler, ancak, bu resimleri ve hisleri yaratan siz­siniz, onlar değil. Unutmayın ki, olağanüstü yaratıcı bir zihinsel güce sahibiz ve içimizde hangi duyguları yarata­cağımızı kendimiz seçebiliriz.

Öğrenme ve Öğretme Stratejisi

Bu bölümü zor ortamlarda yeni seçenekler üretme­mizi sağlayacak bir stratejiyle bitirmek istiyoruz.

1.   Geçmişte sizi tatmin etmeyen bir şekilde sonuçlanmış olan ve gelecekte farklı tepki vermek istediğiniz bir durumu düşünün. Sanki videoda izlermiş gibi, olayın başlarındayken kendinizi zihninizin gözüyle görün. Durum yokuş aşağı gitmeden çok kısa bir süre önce, bu zihinsel videoyu durdurun.

2.   Kendinize sorun: "Amaçladığım sonucu yaratmak için bu­rada daha etkili olabilecek ne var?" Zihinsel filminizde gerçekte olanlar yerine, bu alternatif davranışı sergileme­nizi seyredin. Bu alternatifi sınarken, izleyici olarak kaim.

3.   Şimdi "filminizin" içine girin ve katılımcı olun. Olay anma geri dönün ve daha iyi olacağını düşündüğü­nüz yeni biçimde hareket edin. Bu durumu tüm yo­ğunluğuyla deneyimlendirin, olan her şeyi görün, işi­tin ve hissedin. Olabilecekleri oynamanın zevkine va­rın. Bunu denerken işe yarayıp yaramadığını kontrol edin. Eğer size doğruymuş gibi gelmiyorsa, oradan çıkın, başka bir alternatif düşünün. Bunu uygularken kendinizi izleyin ve biraz önceki sürecin üzerinden gidin ve bunu hem kendinizi seyrederken hem de bizzat yaptığınız sıradaki bakış açılarınızdan tamamen tatmin oluncaya kadar sürdürün.

4.   Son olarak kendinize şunu sorun: "Bu yeni davranışı sergilemenin uygun zamanının geldiğini nasıl bilece­ğim?" Belirli şeyleri gördüğünüzde, duyduğunuzda ve içten veya dıştan hissettiğinizde, bunları yeni davranı­şı kullanmaya sizi yönlendirecek otomatik ipuçları olarak belirleyin. Bir daha benzer bir durumla karşılaş­tığınızda, buna hazırlıklı olacaksınız. Yeni seçeneğiniz zihinsel provadan geçmiş ve kullanıma uygun olacak.

Bu, yaşanmış olaylardan öğrenerek daha iyi işleyecek yeni eylem seçenekleri yaratmak için kullanılabilecek genel bir stratejidir.

Algılama Kapısındaki Bekçiler

Deneyimlerimizden dünyaya ilişkin modelimizi nasıl yaratırız? Algılama kapısında üç bekçimiz vardır.

Birincisi, Silmedir.

Deneyimlerimiz hakkında seçiciyizdir ve bazı kısım­ları dışarıda bırakırız -yani sileriz. Bunları ya hiç kaydetmeyiz ya da önemsiz görüp iskontoya tâbi tu­tarız. Örneğin, kaybettiğiniz anahtarlarınızı arayıp sonradan bakmış olduğunuz bir yerde bulduysanız, silmenin nasıl işlediğini biliyorsunuzdur.

İkincisi, Çarpıtmadır.

Deneyimimizi değiştirir, büyütür veya küçültürüz ve

sanki lunaparktaki sihirli aynalardaki gibi farklı görürüz.

Üçüncüsü, Genellemedir.

Deneyimimizin bazı kısımlarını bütün sınıfı temsil

ediyormuş gibi kabul eder ve istisnaları dikkate almayız. Bu faydalıdır, çünkü yeni ortamlara, geçmiş­teki benzer ortamlardan öğrenerek tepki vermemizi sağlar. Ancak, yanlış genellemelerde bulunur ve yeni deneyimlere açık olmazsak, bu sorun yaratır. İnanç­lar, genellemelere örnektir.

Bu bekçiler kendi içlerinde ne iyi ne de kötüdürler; bi­lançomuzda hem borç hem de alacak olabilirler. Eğer bazı duyusal bilgileri silmeseydik, bunların ağırlığı altın­da ezilirdik. Bununla birlikte, asıl ihtiyacımız olan şeyle­ri, örneğin, nasıl hissettiğimizi veya karşımızdakilerden alacağımız önemli geribildirimleri de silmemiz müm­kündür. Bazen aynı cümlede yer alsa bile, başkalarının sözlerindeki olumsuzu duyar ve olumluyu sileriz.

Aynı şekilde, eğer çarpıtmasaydık yaratıcılığımızı kısıt­lamış olurduk. Bir yeri yeniden dekore etmeyi planladığınız­da, işiniz bittiğinde odanın nasıl görüneceğini hayal etmek yararlıdır. Bu duyusal çarpıtmadır. Ancak, bir kişi size belli bir şekilde baktığında sizi küçük gördüğüne karar veriyorsa­nız, onun bakışının ve buna verdiğiniz tepkinin anlamlarını çarpıtma riskini taşırsınız. Hayal, hayal üzerine kurulur.

Genelleme yaptığınızda, dünyayı anlamlandırmayı ve ne bekleyeceğinizi bilmeyi hedeflersiniz. Bu şu anla­ma gelir: Daha önce görmüş olduklarınızdan farklı şekle sahip bir kapı kolu ile karşılaştığınızda şaşırıp kalmazsı­nız. Bilirsiniz ki, o da başka bir tip kapı koludur. Dolayı­sıyla genelleme, öğrenmenin temel bir kısmıdır. Ancak, aynı süreç felakete de sonuçlanabilir. Diyelim ki, kötü bir ilişkiniz oldu ve bu deneyime dayanarak tüm erkek­ler veya kadınların aynı olduğuna -güvenilmez oldukla­rına- karar verdiniz. Bu genellemeniz, bu kurala uyma­yan erkek ve kadınları aramanızı önleyecektir.

Yani silme, çarpıtma ve genelleme ile, dost veya düşman bir dünya yaratabiliriz. Ayrıca daha çok alıştır­ma yaptıkça, dünyayı süzgeçlerimize uygun hale getir­mekte daha başarılı oluruz.

İnsanların algılamalarını şekillendirmede bazı eği­limleri vardır. Kimi insan daha çok silme yaparken, kimi­leri de çarpıtmaya daha yatkındır ve bazıları da genel­lemeye eğilimlidirler. Bu pratikte ne anlama gelir?

Silme yapanlar, düşünmelerinde de büyük sıçramalar ya­parlar ve takip edilmeleri zorlaşır. Bunun yanında konsant­rasyon becerileri güçlüdür, çünkü dikkat dağıtıcı unsurları si­lerler; ayrıca bu kişilerin fiziksel rahatsızlığa daha kolay dayan­maları da mümkündür. Deneyimlerini çarpıtan insanlar, edimleriniz ve sözleriniz üzerine yaptıkları yorumlarla sizi sü­rekli şaşırtırlar. Hiç ummadığınız zamanlarda neden-sonuç ilişkileri kurabilirler. Garip bağlantılar yapıp genelde sözleri­nizden, duygu ve düşüncelerinizi çıkarsama eğilimindedirler. Çok yaratıcı da olabilirler. Sanat, müzik ve edebiyat alanların­da çarpıtma kullanılır. Çarpıtma, Hieronymous Bosch veya David Hockney, Stephen King veya Charles Dickens'ın dün­yalarını yaratabilir.

Çok genelleme yapan insanlar, kendilerinden çok emin olabilirler (veya hiç emin. değildirler). Dünya onlara çok basit gelebilir. Siyah beyaz bir dünyada yaşarlar ve deneyimi sadece tek şekilde algılamalarından dolayı, grinin tonlarını pek kul­lanmazlar. Ayrıca farklı durumları idare etmek için birçok kurallan olabilir. Bilimsel kurallar genellemelerdir ve bilimsel yöntem, iyi bir çalışma sistemi sunar: Dene, sonuçlardan ge­nelleme yap, ama kurallara uymayanlar için kuralı revize et­meye her zaman hazırlıklı ol.

Son üç paragraf genellemeye örnektir.

Dil

NLP, bu üç bekçinin, duyumsal deneyimleri içsel temsillere dönüştürdüğünü ileri sürer. Bundan başka, dili kullandığımız zaman içsel temsillerimizi de dönüştü­rürler. Önce biz deneyimlerimizi siler, çarpıtır ve genel­leriz. Sonra da bu deneyimleri açıklarken seçtiğimiz söz­cükler, yeni silme, çarpıtma ve genelleme sürecine yol açarlar. Konuştuğumuz zaman orijinal deneyimin zen­ginliği, doğrusal sözcük damlalarına sıkıştırılır ve tüm süreç, bu açıklamayı okumanızdan bile daha kısa sürer. Demek ki, konuşma dili, bir haritanın haritasıdır ve du­yusal deneyimden iki kademe uzaklaşmış durumdadır.

Dünya üzerine yapıştırılmış etiketlerle birlikte gelmez. Bunları üzerine biz yapıştırır ve böyle yaptığımızı da ki­mi zaman unuturuz. Deneyimlere yapıştırdığımız etiket­lerde hata yapabiliriz. Bu durumda, bu hataların eylem­lerimizi yönlendirmelerine izin vermiş oluruz.

Örneğin, bir kişi "pop müziği" sevmediğine karar verir. Bu bir genellemedir ve kullanılan kelimeler, belli müzik türlerini dinlemeye bir engel oluşturacak şekle bürünmüş ve bir ikameye dönüşmüştür. Ayrıca kimi za­man isim değişikliklerine aldandığımız da olur, isimle gerçekliğin de değiştiğini sanırız. Eylemi "etnik temizlik" olarak adlandırmakla, savunmasız insanları öldürmenin anlamı değiştirilemez.

Gelgeldim, dil, düşünceyi belirlemez, bunu iletir. Söz­cükler, duyusal deneyim ile hiç bağlantısı olmayan şekil­lerde birleştirilebilirler. Hayalimizdeki dünyayı açıklama konusunda bizi özgür bırakırlar. Bu yöntem, hayaller kur­mamızı, keşfetmemizi, büyük şiir ve edebiyat eserleri ya­ratmamızı ve kendimizi aşıp haritalarımızı genişletmemizi sağlar. Buradaki tehlike, kelimelerin, haritalarımızı kısıt­lamasına yol açacak şekilde kullanılmasında yatar.

Sözcüklerin sabit bir anlamı yoktur, ama biz genel­likle öyle kabul ederiz. Öncelikle, çok az sözcüğün açık­ladığı şeylerle bağlantısı bulunur. "Kedi gibi"nin, "kedi" kelimesi ile hiç ilgisi yoktur. İkinci olarak, sözcükler an­lamlarını bizim hayat tecrübelerimizden kazanırlar. Do­layısıyla aynı sözcük, farklı kişilere farklı anlam ifade edebilir. Bir grup insana, "sevgi" veya "onur" kelimeleri­nin anlamı sorulduğunda, pek çok farklı cevap alınacak­tır. Söylediğimiz sözcüklere bakarak nasıl silme, çarpıma ve genelleme yaptığımıza ilişkin içgörü edinebiliriz. Sonra da daha özgür, zengin ve tatminkâr bir dünya modeli oluşturabiliriz. Yani dili "geriye doğru yapılandı­rarak" deneyimin kendisine dönebiliriz.

Deneyimlerimiz hakkında bilgi edinmek ve onları etki­lemek için, dili üç şekilde kullanabiliriz.

İlk olarak, dilin düşünceyle bağlantısını kuran soru­lar sorup, duyumsal deneyime geri dönebiliriz. Bu bizi, sözcüğü deneyimin kendisi sanma tuzağından kurtarır. Örneğin, biri size, "Burada insanlar cana yakın değiller­dir" diyebilir. Bu bir genellemedir ve siz "Herkes için mi söylüyorsun? Burada cana yakın hiç kimse mi yok?" şek­linde net sorular sorabilirsiniz. Bu sorular, o kişinin ge­nellemesini hangi temele dayandırdığını görmesini sağ­layacaktır. Özgül örneklere göz atması gerekecektir. NLP'de buna tümdengelim denir, yani genel bir durum­dan ayrıntıya ve özgül durumlara inilir.

Dili kullanmada ikinci yöntemimiz, özgül olaylardan daha genel olanlara varmaktır. Tümüyle açık uçlu ve be­lirsiz bir dil kullanarak, o kişinin kendisi için doğru olan özgül anlamı bulmasına imkân tanırız. (Son cümlemiz bu türde dil kullanımına ait bir örnektir.) Buna tümeva­rım denir, belirli bir durumdan genele varılır.

Son olarak, dili karşılaştırma için kullanabiliriz; bir deneyimi başka bir deneyimle kıyaslayabiliriz. Bu, kar­şılaştırma yoluyla açıkladığımız, ima ettiğimiz ve ay­dınlattığımız bir metaforlar, benzetmeler ve hikâyeler dünyasıdır. Bu bölümün başlığı karşılaştırmalara bir örnektir.

Meta Model

Dili tümdengelim için kullandığımızda, sözcük­lerden yola çıkıp onların temelinde yatan belirli dene­yimlere gideriz. Aynı zamanda deneyimlerimizi nasıl çarpıttığımızı, sildiğimizi ve genellediğimizi keşfede­riz. Bunu yapmak için, ipi labirentin dar dönemeçle­rinden geri götürecek sorular sorarız. Dile dökülen sözcüklerden başlayıp gramer yapısına geçer, bunu yaratan temsil sistemlerine ulaşır ve son olarak da du­yusal deneyime varırız. Bunu başaracak soru demeti, Richard Bandler ve John Grinder tarafından 1975'de geliştirilen ilk NLP modelidir ve Meta Model adıyla anılmaktadır.

Meta Modeli incelemek için silmenin, çarpıtmanın ve genellemenin deneyimi nasıl dile çevirdiğine kısaca göz atacağız ve ardından, bunları birbirine bağlamak için sormamız gereken soruları gözden geçireceğiz.

Meta Model bir sorular dizisidir. Bunlardan bazı­ları çok belirgindir ve onları hiç düşünmeden kullanı­rız. Bazıları daha incedir. Bunlar, hem konuşan hem de dinleyen açısından, iletişimin daha anlaşılır olma­sını sağlamak için dildeki bazı kaçınılmaz seçicilikleri ve çarpıtmaları açıklığa kavuşturmaya çalışırlar. Meta Modeli kullanmanın bir yolu, söylenen sözleri dinle­yip, o cümlenin anlamlı olması için içermesi gereken, ancak, unutulmuş olan kısımları bulmaktır. Dinleyen, sezgisel olarak neleri eklemek zorundadır? (Veya belki de yanlış tahmin etmektedir?)

SİLMELER

Silver Blaze adlı bir Sherlock Holmes vakasında, Watson sorar, "Dikkatimi çekmek istediğiniz başka bir nokta var mı?"

Holmes cevap verir, "Gece boyunca süren ilginç kö­pek olayı."

"Köpek gece boyunca hiçbir şey yapmamış!"

"İlginç olan da buydu" diye cevap verir Sherlock Holmes.

Geceki köpek olayı gibi, silmeler, yoklukları ile şüp­he uyandırırlar.

Bir örnek:

"İnsanlar bunu yeterince biliyorlar."

Bu cümle ne anlama geliyor? Çok belirsiz. Bahsi geçen insanların kim olduklarını bilmiyoruz ve tam olarak kim olduklarını bilmemiz önemli olabilir. Bundan anlam çıkarmak için şunu sorarsınız, "Tam olarak hangi insan­lar?"

Bazen bir ifadede kişiler tamamen atlanmışlardır; örneğin, "Bu, yeterince bilinmiyor." Buna "edilgen ses" denir. Sorumluluktan kaçmanın iyi bir yoludur. Ünlü hükümet demecinde de bunun örneğini görebiliriz: "Hatalar yapılmıştır."

Örnek cümlemize dönersek, "bu" kelimesi neyin ye­rine geçmektedir? Önceki konuşmadan bu açık değilse, "Tam olarak ne hakkında yeterince biliyorlar?" diye sormanız gerekir. (Bazen açık gibi görünce bile, sormak faydalı olabilir.)

Son olarak "bilmek" fiili çok net değildir. Şöyle sor­manız gerekir, "Ne kadar kesin olarak biliyorlar?" Tüm ayrıntılar verildiğinde, sohbetler bezdirici olabilir ve her ifadede silmeler yapılır. Ancak, detaylar önemli olabilir. Bunları almadığımızda, çoğunlukla yanlış tahminlerde bulunuruz. Silinen parçaları konuşanın değil de, kendi haritalarımıza göre doldururuz. Bazen de konuşmacılar kendi ifadelerinin arkasında neyin yattığı konusunda çok emin olmayabilirler. Sorularınız, onları kendi dene­yimleri hakkında düşünmeye sevk eder ve söz ettikleri konularda daha netlik kazanırlar.

Karşılaştırmalar

Son cümlemiz bir karşılaştırma içermektedir -"da­ha". Birçok karşılaştırma kullanırız: "Daha iyi", "en iyi", "daha kötü", "en kötü", "daha çok", "daha az". Bir karşı­laştırma en az iki madde içermelidir.

Karşılaştırmanın neye dayandırıldığını bilmek önem taşıyabilir. Dolayısıyla "Neyle karşılaştırınca?" diye sor­manız gerekebilir.

Örneğin, bir kişi, "Kötü performans gösterdim" di­yebilir.

Neyle karşılaştırınca kötü? Sizin ideal performansı­nızla mı? Dünkü performansınızla mı? Bir uzmanın per­formansıyla mı? Gerçekçi olmayan karşılaştırmalar, tat­minsizliği garantiler. Depresyona girmenin ve düş kırık­lığına uğramanın en etkili yolu, hayali ve ulaşılamaz bir idealle kendinizi karşılaştırmak ve bundan ne kadar uzak olduğunuzu düşünerek, kötü hissetmek ve kullandı­ğınız karşılaştırma standardını silmektir. Bunun sonu­cunda kötü hissetmekle kalır ve bunu düzeltecek bir yol bulamazsınız.

Kendinizi motive etmek için, şu anki durumunuzu başka insanlarla karşılaştırmak yerine, ilham veren bir gelecekle karşılaştırın.

Gelişmeyi izlemek için, geldiğiniz noktayı başlangıç noktanızla karşılaştırın.

Genellemeler

Buradaki en belirgin örnekler "hepsi", "asla", "dai­ma" ve "bütün" gibi sözcüklerdir. Bu tür sözcüklere ev­renseller denir; istisna kabul etmezler. Bunlar kısıtlayıcı­dır ve dünyanın kendisini değil, bizim dünyaya bakışımı­zı basitleştirirler. Örneğin:

"Bunu hiçbir zaman yapamam."

"Kimse önemsemiyor."

"İhtiyacım olduğunda hep dışarıdasın."

Bazen evrenseller daha az açıktır. Örneğin:

"insanlar nazik değiller." "Fransız yemekleri pahalıdır." "İstisnalar kaideyi bozmaz."

Bu genellemeleri sorgulamanın yöntemi, karşıt örnekle­ri aramaktır: "Tüm insanlar mı nazik değiller?" "Hiç na­zik birini tanıdığın oldu mu?"

Eğer aranızda iyi bir uyum sağlanmışsa, karşınızda­kinin ifadesini "Hiçbir zaman mı? diyerek sorgulayabilir-

siniz. Bu durumda, kişi, deneyimleri arasından istisnaları bulup çıkarmaya çalışacaktır.

Genellemeler aynı zamanda yargılamalardır ve bun­ları, "Kim söylüyor?" veya "Bu söylemle ilgili ne gibi ka­nıtlarınız var?" diyerek sorgulamak isteyebilirsiniz. Artık gerçekten benimsemediğimiz fikirleri sık sık söze döktü­ğümüz olur. Bunlar, anne babalarımızın fikirlerinden aktarılananlardır ve tozlarının silkelenip bir elden geçi­rilmeleri iyi olur.

Bir başka genelleme örneği ise, "-meli", "-malı" , "zo­runlu" ve "mecbur" gibi ifadelerle, kendimize ve başka­larına koyduğumuz kurallardır. Bunların ardında iyi ne­denler olabilir de olmayabilir de. Bunu bulmanın yolu, "Eğer yapmazsam ne olur?" diye sormaktır.

Örneğin, "Başka bir iş bulmalısın." "Bulmazsam ne olur?"

Olabilecekleri tahmin edin -bunlar gerçek ve tatsız olabilecekleri gibi, hayal ürünü de olabilirler. Bazen bu "kural koyan" sözcüklerden o kadar büyülenmiş oluruz ki, durup düşünmez ve bunlara körü körüne itaat ederiz.

Aynı zamanda olumsuz kurallar vardır: "-memeli", "-mamalı". Bunların sonuçlarını bulmak için, 'Yapsam ne olur?" diye sorun.

Örneğin, "O insanlarla konuşmamalısın." "Onlarla konuşsam ne olur?"

Daha güçlü kurallar da, "yapamam", "gidemem" gibi kelimelerle temsil edilirler. Bazıları açıkça fiziksel sınırlardır: "6 metre zıplayamam". Diğerleri hiç sınan­mamış inançlar olabilir. Örneğin, "Değişemem" veya "Bunu bulamam." Bu tür ifadeleri tersine çevirmek için,

"Seni engelleyen nedir?" diye sorabilirsiniz. Bu, odağını­zı, saplanıp kalınan durumdan, bir hedefe yönelmeye ve önünüze çıkabilecek engellerden kurtulmaya çevirir.

Tamamen gerçek dışı olmadıkları takdirde, "yapabili­rim" ve "yapabilirsin" gibi sözler kişiyi güçlendirirler. "-Meli", "-malı" eklerini içeren sözcükleri, "yapabilirim" tarzı bir yapıya dönüştürmek, yapılacak iyi bir hamle olabilir.

Böylece "İyi yapmalıyım", "İyi yapabilirim"e dönüşür. (Büyük olasılıkla iyi yapmak istiyorumdur ve yapmazsam sonuçları ne olur?)

Bu, kendiniz ve başkaları için yapabileceğiniz en güçlendirici değişimdir -basit ve tek sözcüklü bir deği­şiklik.

Çarpıtmalar

Süreçleri alıp nesnelere dönüştürerek çarpıtırız. Bu şekilde türetilen bir nesneye isimlendirme denir. Pek çok önemli kavram, isimlendirmedir: "Sevgi", "adalet", "eği­tim", "inanç", "seçenek", "işbirliği", "korku" ve "bellek". Çarpıtma, bu isimlerin aslında kılık değiştirmiş fiiller olmalarından ileri gelir. Bir süreç, tam orta yerinde dondurulmuştur.

İsimlendirmelerin sorunu, bunların durağan ve de­ğişmez olmasındadır. Örneğin, bir kişi "Bu ilişki yürü­müyor" dediğinde, bu "şeyden", yani bu ilişkiden ne kasdettiğini, bunu sürece dönüştürerek bulmaya çalışın. Bunu yapmak için "Tam olarak nasıl ilişki kuramıyoruz?" şeklinde sorun.

Atlanmış kısımları olan söylemleri daha önce irde­lemiştik; şimdi de, size içinde gizli fazlalıklar barındıran çarpıtma örnekleri vereceğiz. Özellikle ilginç olan, insanların söylediklerinin ardındaki varsayımlardır. Bunlar bizi o kişilerin dünya modellerine yakınlaştırırlar. Bu varsayımları dinleyin. Bu varsayımları öğrenmenin yolu, bu cümlenin anlamlı olması için başka neyin doğru ol­ması gerektiğini kendinize sormaktır.

Örneğin, "O en az diğer arkadaşların kadar duyarsız.

Bu deyiş, diğer arkadaşlarınızın da duyarsız oldukla­rını varsaymaktadır.

"Lütfen, bunu son konuştuğumuz zamanki kadar mantıksız olma" cümlesi, daha önce mantıksız olduğu­nuzu ve bu mesele hakkında önceden konuştuğunuzu varsaymaktadır.

"Bana şimdi mi ödemek istersin, sonra mı?", bana mutlaka ödeyeceğinizi varsaymaktadır.

"Neden" ile başlayan soruların neredeyse tümü, dik­katinizi nedene çekmek yoluyla bir varsayımı gizler.

"Neden bu o kadar zor?" sorusu, daha en başta bu­nun zor olduğunu varsaymaktadır. Siz aslında bu soruya cevap vermekle, bu varsayımın geçerliliğini teyit etmek­tesiniz.

Çoğunlukla çift bağ denen, "Kırk katır mı, kırk satır mı" tarzından bir durum içine girerseniz, ille de bir yolu veya diğerini seçmeniz gerektiğini düşünmek yerine, söylemdeki varsayımları sorgulayın. (Sorgulamaya, ya birini ya da diğerini seçmek zorunda olduğunuz varsa­yımından başlayabilirsiniz.)

Düşünce okuma, çarpıtmanın bir başka örneğidir. Göz hareketlerine bakarak bir kişinin nasıl düşündüğü­nü bilebiliriz, ama gerçekten ne düşündüğünü bileme­yiz. Yakından tanıdığınız bir kişi olmak şartıyla, şanslı bir tahmin veya iyi bir sezgiyle düşünce okunabilirse de, bu iş gene de risklidir. Sorabilecekken, neden düşünce okuyasınız? Eğer biri sizin düşüncenizi okursa, sizin ne düşündüğünüzü tam olarak nasıl bildiğini sorun ona.

Yetişkinler çoğunlukla çocukların düşüncelerini okuyup, onların ne hissedip hissetmediklerini açıklarlar. "Hadi oradan, gerçekten üzgün değilsin, bu sadece bir oyun." Sadece bir oyun olabilir ama çocuğun dünyasın­da bu önemlidir ve üzülmüştür. (Yetişkinlerin de oyun­larda neşesi kaçtığı olur.)

Bazı insanlar, "tersine düşünce okuması" yaparlar, yani onların düşüncelerini okuyabileceğinizi zannettik­leri için, sizden ne istediklerini söylemeden bilmenizi beklerler. Eğer alıcı konumundaysanız, bu karışık bir kalıptır.

Örneğin, "Tatile çıkmak istediğimi bilmeliydin." Nasıl?

Yahut daha da kötüsü, "Eğer beni sevseydin, tatile çıkmak istediğimi bilirdin."

Burada düşünce okuma, sevginin bir kanıtı olarak görülmektedir.

Neden Sonuç

Çarpıtmanın bir başka örneği, neden ve sonucu ba­sit bir şekilde bağlamaktır.

Elektrik düğmesine basmak ışığın yanmasını sağlar, ama bu, elbette hikâyenin tamamı değildir. Bizim neden ve sonuç olarak gördüğümüz şeyler, maddi dünyada far­kına vardığımız bağlantılardır.

Cansız varlıkların aksine, insanların seçenekleri vardır ve fizik kanunlarına uymayan şekillerde tepki verebilirler. Kendi dünya modelimizi yaratırken, içine koyduğumuz ne-den-sonuç bağlantılarından biz sorumlu oluruz. Bu hem korkutucu hem de özgürleştiricidir. Bir taraftan kendi çık­mazlarımızdan ötürü başkalarını suçlayamayız. Herhangi bir sorun, şartların, kişilerin ve kendimizin ortak çabaları sonucu doğmuştur. Özgürleştiren kısmı ise, dünyanızı siz yarattığınıza göre, daha iyisini de yapabilecek olmanızdır.

Gelin görün ki, başkalarının sorumlu olması halinde, siz güçsüz kalırdınız. İngilizce, bu tarz düşünmeyi teşvik eder. "Beni sıkıyorsun", demek "Bana kendimi sıkılmış his­settiriyorsun" demenin bir yoludur."* Kullandığımız dil ile, başkalarına duygusal durumumuzu denetleme hakkı ver­mek o kadar kolaydır ki, sonunda buna biz de inanmaya başlar ve sanki doğruymuş gibi hareket ederiz.

Dahası, eğer kendi duygusal durumunuz üzerinde se­çeneğiniz olmadığına inanarak hareket ederseniz, tersi de geçerli olur; yani siz de başkalarının duygusal durumların­dan sorumlu olursunuz. Bu, sizi başkalarının kurbanı ya da bakıcısı yapar ve yersiz suçlululuk duygularına iter. (Kuşku­suz, iki yönü de idare edebilen yaratıcı kişiler her zaman vardır: Başka insanları kendi duygulan için sorumlu tutar­lar, ama aynı zamanda o kişilerden kendi duygularının so­rumluluğunu taşımalarım beklerler.)

Neden ve sonucu sorgulamanın iki yolu vardır.

"Beni sinirlendiriyorsun" sözünü duyduğunuzda, "Seni tam olarak nasıl sinirlendiriyorum?" diye sorabilirsiniz. Bu şekilde kişinin kendi deneyimine bakmasını sağlarsınız. Ancak, yine de sizi suçlayabilirler. İlginçtir ki, kendilerini kurban rolüne koyarak, kendileri üzerinde size bir iktidar vermiş olmaktadırlar.

Daha derin soru, "Benim yaptıklarım karşısında nasıl oluyor da kendini sinirli hissediyorsun?" olur. Bu meydan okuyan bir sorudur ve kendi duygularımızdan sorumlu olmadığımız varsayımına karşı çıkmaktadır ve duygularımızı başka insanlara karşılık olarak kendimizin yarattığı fikrini öne sürmektedir. Bu soruyu kullanırken dikkatli olun.

Ugulamada Meta Model

Meta modelin üç temel kullanımı vardır.

•       Silmeleri sorgulayarak, bilgi toplar.

•       "Bununla ne demek istiyorsun?" diye sorarak, anlamı berraklaştırır.

•       Özellikle "Zorunluyum" veya 'Yapamam" gibi söz­cüklerle vurgulanan kuralları sorgulayarak, sınırlılık­ları belirler ve böylece yeni seçeneklere kapı açar.

Meta Model soruları, aynı zamanda Birinci Bölümde an­latılan mantıksal düzeylerle bağlantılıdırlar.

Örneğin, şu cümle hakkında düşünün: "Bunu bura­da yapamam."

Bu cümleyi sorgulayabilmenizin birkaç değişik yolu vardır. Hangisini seçersiniz? Bu, sizin istediğiniz sonuca bağlıdır. Yazılı malzemede bazı sözcüklerin altım çizdiğimiz­de olduğu gibi, konuşan kişinin de neye önem verdiğini, se­sindeki farklılaşmadan veya jestlerinden anlayabilirsiniz.

"Bunu burada yapamam!" ifadesi, çevre düzeyini öne çıkarır.

Cevabınız, "Nerede yapabilirsin?" olabilir.

"Bunu burada yapamam!" ifadesi, davranış düzeyini öne çıkarır.

Bu kez, "Tam olarak neyi yapamıyorsun?" diye sora­rak silmeyi sorgulayabilirsiniz.

"Bunu burada yapamam!" ifadesi, beceri veya inanç düzeyini vurgular.

Beceriyi sorgulamak için, "Seni engelleyen nedir?" veya 'Yapabilmek için neye ihtiyacın var?" diye sora­bilirsiniz.

İnanç düzeyi için ise, 'Yapsan ne olur?" veya "Neden olmasın?" gibi sorular sorabilirsiniz.

Son olarak "Ben bunu burada yapamam!" ifadesi de, kimlik düzeyini vurgular. Bu kişi, kendisinin bu işi başka bir yerde dahi yapabilecek türde birisi olma­dığını söylemektedir. Ona, "Kim yapabilir?" diye so­rabilirsiniz.

Meta Model sorularını kişiyle aranızda uyum sağladıktan sonra kullanın, aksi takdirde bu sorular meydan okuyu­cu olarak algılanabilirler. Diğer kişiyi dinleyin. Söyledik­leri, onların dünyalarını gösterir. Eğer davet edilirseniz, içeriye yavaş yavaş adım atın. Tekrarlanan sorular resmi bir sınav gibi görülebilirler. Bazı insanlar bu tür soruları sadece kızgın olduklarında kullanırlar. Meta Model so­rularıyla bir Metacanavar olmaktan kaçının. Ses tonu­nuzla veya "Acaba bunu bana açıklayabilir misiniz?" ya da "Bu ilgi çekici, ... hususu tam olarak anlayamadım" türünden açıklamalarla sorularınızı yumuşatın.

Meta Modeli Kendinize Uygulamak: iç diyalog

Meta Modeli uygulayacak en iyi yer, kendi içsel diyalogunuzdur.

Önce onu dinlemelisiniz. Kendinize tam olarak ne söylüyorsunuz? Pek çok kişi için iç diyaloglar sürekli arka fonda duran bir gürültüdür ve bunu gerçekten dinle­mezler. Zihninizin hareketlerini dinlemek, onu rahat­latmanın ilk adımı, meditasyonun temeli olabilir. Bu di­yalog, algılama kapılarını temizler ve içinizde kendi kendini yaratmış engelleri de arındırır.

Meta Modeli, en çok tercih ettiğiniz silmeleri, çar­pıtmaları ve genellemeleri bulmak için kullanın. Zihni­nizde şevkinizi kıran, gerçekçi olmayan karşılaştırmala­rın olup olmadığını keşfedin. İçinizdeki modası geçmiş yargılara, inceden inceye düşünülmüş yanıtlar yerine, beyninizde çınlayan başkalarının düşüncelerine kulak verin. Bunlar kimi zaman ilk söyleyenin ses tonuyla sak­lanmış durumdadırlar. Hareket özgürlüğünüzü boş yere kısıtlayan pek çok "zorunluyum" ve "yapamam" sözleri bulabilirsiniz. Bunların yanı sıra, kendi inanç ve varsa­yımlarınızı yakalayabilir ve bunları daha yakın inceleme­ye alabilirsiniz.

İşte bazı örnekler:

"Bunu yapmalıyım." -Yapmasan ne olur"?

"Bunu yapamam." -Beni durduran ne?

"Beni sevmiyor?"

-Tam olarak nereden biliyorum ?

"Sıkıldım."

-Kendimi tam olarak nasıl sıkıyorum veya sıkıntıya soku­yorum?

"Değişim zordur."

-Değişim nasıl zordur? Nereden yola çıkıp, nereye doğru de­ğişiyorum?

"Bu karar çok zorluk arz ediyor."

-Karar vermeyi nasıl zor buluyorum?

"Kimse bana yardım etmeyecek? -Kimse mi ? Hiç kimse mi ?

Meta Modeli nasıl ve ne zaman uygulayacağınız, varmak istediğiniz sonuca bağlıdır. Aynı anda birkaç kişiyle bir­den konuştuğunuz durumlarda, söylediklerinizden her bireyin kendi anlamını çıkarması için daha genel ko­nuşmanız gerekebilir. Bundan sonraki bölüm, Meta Modelin aynadaki görüntüsüne -müphem dil ve bunun yaptıklarına- bakacak.

Dil Trans Öyküleri

Dili, Meta Modelin aksi yönünde, tümevarım yoluy­la, geniş bir dizi yoruma açık cümleler kurmak için de kullanabiliriz.

Daha önce de gördüğümüz gibi, dil çok güçlüdür; ona karşılık vermemezlik edemezsiniz. Bir şey duydu­ğumuzda, ona bir anlam vermek zorunda kalır, böylece bilinç dışı olarak, bunun bizimle nasıl bir ilgisi olduğu­nu bulmaya çalışırız. Duyduğumuz şey, ne kadar belirsiz-se, o kadar çok anlam seçeneği karşımıza çıkar.

Bu, siyasetin dilidir. Siyaset herkesi, her zaman memnun etmeye çalışma sanatıdır, dolayısıyla siyasal demeçler, tipik olarak, kasıtlı bir biçimde belirsiz hale getirilirler. Örneğin, "Mali durum çok iyiye gitmektedir, işsizlik azalmıştır ve vergi oranlarında bir miktar düşüş yapmayı umuyoruz." Bu, size o andaki mali durumu veya bunun nasıl ölçüldüğünü açıklamaz, işsizlik çok yüksek bir düzeyden küçük bir düşüş göstermiş olabilir veya belki de ölçümleme kurallarının değişmiştir. Hangi ver­gi çeşidinde veya ne gibi bir düşüş yapıldığı belirtilme- iniştir. Eğer hayal kırıklığı artan beklentiler sonucuysa, politikacıların, yarattıkları hayal kırıklıklarına şaşırmamaları gerekir.

Bu tür belirsiz dille karşılaştığımız diğer bir alan da, popüler şarkılardır. Çoğu pop şarkısı, sevgi ve ilişkiler hakkındadır; üstelik bu şarkıların evrensel bir çekiciliği­nin olması gerekir. Bunların pek çoğu, eylem için belirli bir zaman veya yer belirtmez ve her iki cinsiyet tarafın­dan da söylenebilir ve anlamı bozulmaz.

Milton Modeli

NLP, bu tür dili incelemiş ve Milton Modeli olarak ad­landırmıştır. Milton Modeli, Meta Modelin ayna imgesidir; silmeler, çarpıtmalar ve genellemeler içeren, olgun­laşmamış cümleler kurma yöntemidir. Modelin kökeni, Richard Bandler ve John Grinder tarafından, Milton Erickson'un sanatsal bir belirsizlikle kullandığı dil üze­rinde yapılan modelleme çalışmasına dayanmaktadır (bkz. Kaynakça).

Milton Erickson, yirminci yüzyılın en önde gelen hipnoterapistlerindendi. Bir insan, bilinçli olarak tek başına bir sorununu çözemediği için terapiste gider. İh­tiyaç duyduğu kaynaklar, aslında bilinçdışında mevcut­tur. Erickson, dili öncelikle karşısındakinin dünyasına ayak uydurmak ve öncülük etmek için kullanırdı. Onla­rın sürmekte olan duyusal deneyimlerini genel terimler­le açıklayıp, onları kendi gerçekliklerinin derinliğine yöneltirdi. Karmaşık bir dil kullanarak, bilinçli zihinleri­ni uyarıp bilinçdışındaki kaynaklarına ulaşmalarını sağ­lardı. Müşteri trans halindeyken, Erickson onun belirsiz, açık ve keyfi bir dil ve metaforlar kullanarak, gereksinim duyduğu kaynaklan bilinçdışında aramasını sağlardı.

Söz konusu genel dil hakkında bir fikir edinmek için, bu paragrafı okurken bir süre rahatlayın, bu tip bir dilin tüm olanaklarını düşünmeye başlayın, bunu kul­lanmanın doğru olacağı durumlar ile net bir dil kullan­manın doğru olacağı durumları ve belki de bunu aslında önceden bildiğinizi ve düşünmeden kullandığınızı göz önünde bulundurmaya başlayın; böylece bilinçdışınız, tam olarak nasıl ve nerede bu dil kalıplarını kullanabil­diğini düşünmeyi sürdürsün. Siz de, bilinçli olarak far­kında olduğunuzdan çok daha fazla yeteneğe sahip ol­duğunuzu fark etmenin keyfiyle kendinizi şaşırtın.

Trans

Kısacası, Milton Modeli hipnoterapiden kaynakla­nır; bu model kişileri transa geçirmek için kullanılıyor­du. Trans, sadece yetenekli hipnoterapistler tarafından, uzunca bir konsantrasyondan sonra yakalanacak özel bir durum değildir. Trans hali, hepimizin doğal olarak, sü­rekli girip çıktığımız bir durumdur; aslına bakılırsa, zi­hinsel sağlık açısından gereklidir de. Dikkatimiz daima kendimizle ilgili farkındalığımızm en alt seviyeye indiği, tamamen dış dünyaya odaklanmak ile bütünüyle iç dün­yamıza odaklanmak arasında bir yerlerde bulunur. Trans, dikkatimizin sımsıkı iç dünyamıza yoğunlaştığı bir durumdur ve iç gerçekliğimizle bağlantımızı artıran her dil kalıbı, trans halini derinleştirir.

Trans, insan topluluklarını etkiler. Klasik müzik veya rock konserindeki izleyiciler veya futbol maçı seyreden kalabalık da, ortak bir trans içindedirler. Ralli yarışı izleyenler, ilham verici konuşmacıları dinleyenler veya dini ayinlere katılanlar transa girerler. Yangın veya deprem gibi bir felaket yaşayan veya saldırıya uğrayan insanlar "uyuşur" ya da "şok" yaşarlar. Bu, bir tür trans halidir. Bu felaketlerle ilgilenen yetkililerin, bu tür durumları fark edip bu kişileri bir an önce daha güçlü durumlara ge­tirmeleri çok önemlidir.

Gündelik yaşamda transın rolü nedir? Beklediğiniz­den daha çok. Hiç dinler gibi gözüküp de, bir an için "daldığınız" bir toplantıya katıldınız mı? Televizyon sey­rederken bir tür transa girersiniz; dikkatiniz bir noktada toplanmıştır ve bu dünyadan "kopmuşsunuzdur." Kulak­ları normal duymasına rağmen, adını seslendiğinizde cevap alamadığınız kişiler olmuştur. Bazı ortamlarda bir dış etmen, sizi hayal dünyanızdan "kendinize getirir." Bundan sonra asansöre bindiğinizde veya tren yolculuğu yaptığınızda diğer yolcuların dalgın yüz ifadelerine dik­kat edin. İç dünyalarına dönmüş ve hafif bir transa geç­mişlerdir. Kendi istasyonları veya katları geldiğinde nasıl "uyandıklarını" fark edin.

Trans halinin geleneksel işaretleri şunlardır: Hare­ketsiz beden, rahatlamış yüz, yavaşlayan refleksler, za­man çarpıtması, uzaklaşmış veya izleyici konumda his­setmek. Gelgeldim, bu her zaman bu şekilde olmayabi­lir; örneğin, bir bilgisayar oyunu da sizi transa sokmakta son derece etkilidir.

Gün içinde dalıp hayal kurma da bir trans çeşitidir; üstelik çoğu zaman yaratıcı bir transtır bu. Hayallere daldığınızda bilinçdışınızdaki fikirlere açık olursunuz. Bilimsel icatların çoğu böyle gerçekleşir -mucitler prob­lem üzerinde yoğun bir şekilde çalışırken, çözümün bir anda geldiğini açıklarlar. Fizik alanındaki en önemli buluşlardan birisi -izafiyet teorisi- bir ışık okunun ucunda gezmenin nasıl olabileceğini hayal eden genç bir bilim adamı olan Albert Einstein tarafından yapılmıştı.

Gündelik Translar

Milton Modelinin kapsamlı bir açıklamasını yapmak yerine, her gün karşılaştığımız translara ve bunların pra­tik uygulamalarına bakmayı tercih ettik. Farz edin ki, ya­şam kimi derin, kimi sığ, kimi kısa, kimi ise uzun olan bir dizi transtan oluşuyor olsun. Bu gündelik translardan bazıları denetimimiz altındadır -istediğimiz anda bun­lardan "kopup" kendimize gelebiliriz. Bazıları ise bizi yakalar ve tutarlar. Bazıları üretken ve yaratıcıdırlar. Yıl­başı kutlamaları ve hediyelerden bahsederken, çocukla­rın transa geçtiklerini görürsünüz. Bütün bunların nasıl olacağının hayalini kurarlar. Geçmişin anılarından ya­rarlanarak, geleceği yaratır ve tahmin ederler. Gözleri açık bir halde keyif verici ve pozitif bir transa girerler. Tarihi bir aşk romanı, bilim kurgu kitapları veya korku öyküleri, eğer iyi yazılmışlarsa, sizi bir hayal dünyasına götürürler. Çoğumuz bir korku romanı okuduktan veya bir korku film izledikten sonra uyurken, canavarlardan korunmak için örtüyü kafamıza kadar çekmişizdir. Hayal dünyası, gerçek dünyayı istila edebilir.

Bir de negatif trans örneği verelim. Jale bir firmaya danışmanlık yapmaktaydı. O şirkette görüştüğü kişi, onu arayıp sonuçları sorguladı, tatminsizliğini be­lirtti ve belki de ücretin çok fazla olduğunu söyledi. Jale telefondan bir an için koptu ve okuldaki günle­rini ve insanların onun çalışmalarını değerlendirirken haksızlık ettikleri zamanları düşünmeye başladı. O firma için yaptıklarını düşündü. Çalışmasının iyi olduğundan emindi; şirketin bütün önemli sorunlarını ele almıştı; Belki de ona ödeme yapmayacaklardı! Hiddetlendi. Bu­nu nasıl yaparlar! Bu gerçekten haksızlıktı! Buna hakları yoktu. Neredeyse bir sonraki toplantıya gidip, onlara pa­ralarını kendilerine saklayabileceklerini bildirecek ve teşekkür edip onlarla artık çalışmak istemediğini söyle­yecekti. Bu, onun transıydı. Aslında görüştüğü kişi du­rumu yeniden değerlendirmişti ve şimdi tatmin olmuş durumdaydı. Çeki de daha o gün postalanmıştı.

Sizin her gün yaşadığınız translar neler? Kendinizi sürekli içinde bulduğunuz, sizi güçsüzleştiren translar var mı? Bunları neyin tetiklediğini bulun. Bu bir dış et­ken olabilir; örneğin, özgül bir eleştirel ses tonu. Bir iç etken olabilir; örneğin, belirli bir düşünce veya hatıra. Trans tetikçileri tuzak gibidirler -bir kez düştüğünüzde, artık çıkmanız çok zordur. Transı henüz gelişmeden ya­kalayın ve katılımcı duruma girmeyin. Transa girmiş ol­duğunuzu fark ettiğinizde, o zaman bu durumu kabul edin ve dış dünyaya odaklanmak yoluyla, transtan çıkın. Şimdiki zamanı yaşarken transa girmezsiniz. Unutmayın, trans, kendiniz değildir. Bu içine girdiğiniz, dolayısıyla, istediğiniz zaman içinden çıkabileceğiniz bir şeydir:

Bütün translarımızın bir amacı vardır; bunlar sorun­larımızı çözme girişimleridir. Transın size ne yaptığını düşünün. Niyete saygı duyun ve davranışı değiştirin.

Metafor

Metafor, anlaşılır olmayan ile alelade olanın ortasın­da bir yerdedir.

ARİSTO

NLP'deki kullanımıyla metafor, hikâyeleri, karşılaş­tırmaları, deyimleri ve benzetmeleri kapsar. Metaforlar, bir şeyi bir başkasıyla karşılaştırırlar; ince ve güç fark edi­len ya da aşikâr bağlantılar kurarlar. Deneyimimizden anlam çıkarmak için, karşılaştırma yapmaya gereksinim duyarız. Parmaklarınızın ucuyla size en yakın yüzeye do­kunun ve dokunma duyunuzla edindiğiniz bilgiyi dikka­te alın. Şimdi parmaklarınızı yüzeyin üzerinde gezdirin. Şimdi farklı dokunuşlar yapıyor ve bunları karşılaştırmak yoluyla, yüzeyin karakteri, dokusu ve ısısı hakkında daha fazla bilgi ediniyorsunuz.

Öyküler doğuştan hakkımızdır ve metaforlar düşü­nüşümüze yayılırlar. Çocukken dinlediğimiz uyku öncesi masallarından, iş, hayat, ilişkiler ve sağlık üzerine dü­şüncelerimize varıncaya kadar, yaşamımızın her aşama­sına işlemişlerdir. İki olay veya deneyim arasında yaratıcı bağlar kurarak, bir başka, farklı ve umulur ki, aydınlatıcı örnek verirler. Din bilgisi öğretmenleri ibret alınacak öyküler ve metaforlar kullanırlar, çelişkili bir biçimde bu öykü ve metaforlar, fikirlerini daha berrak hale getirir.

Bir örnek verelim: Hayat... gibidir.

Bu boşluğu nasıl doldurursunuz ve bu ne anlama gelir?

Hayat bir çilek kâsesi mi? Bir mücadele? Bir macera? Bir okul? Bir sınav? Gözyaşları? Bir tekerlek? Balta gir­memiş bir orman?

Kişilerin kullandıkları metaforlar, onların yaşamla­rının ve düşünce tarzlarının anahtarlarıdır. Yaşamı bir macera gibi gören kişinin olaylara yaklaşımı, yaşamı bir mücadele gibi görenden büsbütün farklı olacaktır.

Örgütler de metaforlar kullanır. Takım çalışmasıyla gurur duyan bir örgüt, kendisini savaş birliği olarak gö­renden farklı şekilde tepki gösterecektir. İş dünyasında kullanılan bir başka metafor olan "öğrenen organizas­yonlar" bambaşka bir resim çizmektedir. Bazı örgütler, kendilerinden "aile şirketi" olarak bahsederler. Bu güçlü metafor, onların neyi temsil ettiklerini ve çalışanlarına nasıl davrandıklarını gösterir.

Nedense, finans dünyası sıvı metaforlarla doludur. Nakit akışından, likit ve dondurulmuş kaynaklardan, şir­ketlerin yüzmesinden ve batmasından bahsedilir. Belki de para su gibidir, ne dersiniz?

Satış dünyası da metaforlarla teçhiz edilmiştir. Pek çok satış kitabı ve eğitimi, satış olgusunu bir savaş gibi betimler -müşteri düşmandır ve itirazlara savaş açılmalı­dır. Bu tür kurslar, askeri akademilere benzerler. Bazen satış kitapları müşteriye kur yapmaktan ve onu baştan çıkarmaktan, bazıları da itirazları bir heykeltraş gibi kes­kiyle yontmaktan bahsederler. Satış temsilcisinin benim­sediği metafor, onun müşterisine nasıl yaklaşacağını ve ilişkisini nasıl sürdüreceğini etkileyecektir.

Sağlık ve tıp alanı da, tümüne sağlıklı denemeyecek birçok metaforla doludur. "Kanserle savaş", "hastalığı yenmek" ve "mikropların kökünü kazımak" gibi deyim­ler kullanırız. Fizyolojik düzeydeki kimliğimiz olan bağı­şıklık sistemimiz, ölüm makinesine benzetilir. Etkili çalı­şırsa sağlıklı oluruz; bozulursa hastalanırız. Başka, belki daha yararlı metaforlar, denge üzerine ya da bedenle ve birlikte varoluş ile ilgili olanlardır.

Metaforlar doğru veya yanlış değillerdir, ama metâ-(brda içkin sonuçlar, insanların nasıl davranıp düşüne­ceklerini etkilerler.

Sorun Çözme

Metaforlarda, insanlar ve olaylar şu ya da bu şey ol­mak durumunda değildirler: İkisi birden veya hiçbiri olabilirler. Bir artı bir, iki etmez. Bir artı bir, eğer bunlar yağmur damlalarıysa, bir eder. Bir artı bir, bunlar kara deliklerse, sıfır eder ve bir artı bir, bunlar aşık insanlar­sa, üç eder.

Hayatınızdaki güncel bir sorunu düşünün. Sorunu­nuzu kısa bir metafor olarak düşünün. Hemen şimdi. Sorununuz ... benzer.

Tatlı kurabiye? Çalan telefon? Poker oyunu? Ejder­hayla savaş?

Bu sizin şu andaki durumunuzdur.

Şimdi metaforunuzu irdeleyin. Metaforun ardındaki bazı varsayımlar nelerdir? Bu metaforun doğru olması için başka nelerin doğru olması gerekir?

Şimdi sorunun, bunun yerine neye benzemesini ter­cih ettiğinizi düşünün. Çabucak başka bir metafor yara­tın. Sorununuzun ... olmasını tercih ederdiniz.

Şimdi sorunun böyle nasıl olacağını düşünün.

İlk metaforla ikincisi arasındaki farklar nelerdir? Bi­risinden diğerine nasıl gidebilirsiniz? Benzerlikleri ne­lerdir? Bağlantı, sizin birinden diğerine gitmenize yar­dım eden kaynak olabilir.

bu bilinç düzeyinde bir bilgidir. Metafor ise bilinçli an­layışın ötesine geçer.

Örneğin, lan, ilişkilerinde bazı zorluklar yaşayan evli bir çiftle çalışıyordu. Temelde birlikte olmak istemeleri­ne karşın, birlikte yaşamakta zorlanıyorlardı. lan, onlara birlikte dans dersi almalarını önerdi. İkisi de geçmişte dans etmeyi öğrenmişlerdi, ama birlikte değil. Dans, iliş­kileri için bir metafordu. Birlikte dans etmeyi öğrendik­çe, ilişkilerinde eksik olanı, yani almayı ve vermeyi, çe­kilmeyi ve akmayı, yönlendirmeyi ve takip etmeyi fiziksel olarak öğrendiler. Metaforlar ilişkilerde çok etkilidirler; eşlerimize nasıl davrandığımızı etkileyen unsurlardır. Örneğin, evlilik, cinsiyetlerin savaşı olarak görülebilece­ği gibi, birleşme, kutsal yemin veya huzurlu bir ortaklık olarak da görülebilir.

Psikoloji sistemleri açığa çıkarıcı metaforlar kullanır: Psikanalizdeki İngilizce "subconscious" yani bilinçaltı, "unconscious" yani bilinçdışı kelimesinden daha karan­lık bulunur, çünkü "sub" öneki, altta, altında bulunan anlamına gelir Örneğin, yeraltı anlamına gelen "subterranean" kelimesinde ve insandan daha az, hayva­na benzeyen anlamına gelen "subhuman" kelimesinde bu önek kullanılmıştır. Bir şeyin altı, kötü veya ikinci de­receyi anlatan bir metafordur -cennet üstte, cehennem alttadır. Gestalt'da "üst köpek" ve "alt köpek" vardır. Transaksiyonel Analiz, metaforla doludur. İnsanların parçaları vardır -yetişkin, iç çocuk, küçük profesör- ve "yaşam senaryosu" diye bir fikir vardır.

Siz hangi metaforu yaşıyorsunuz? Bir özveri masalı mı? Bir kahramanlık destanı mı? Bundan ne tür bir film yapılabilir? Bir komedi mi yoksa bir trajedi mi?

Milton Erickson, müşterilerine öyküler anlatırdı. Baş­langıç noktası, bazı yönleriyle müşterisinin sorununa ben­zerdi. Sonunda ise, bir bakıma çözüm içerirdi. İkisi arasın­daki bağ, sorunu çözmek için gereken kaynak olurdu.

İnsanlara ne yapmaları "gerektiğine" dair talimat vermek işe yaramaz. Bunu zaten bilmektedirler, ancak,

Evvel Zaman İçinde,

Öykülere gereksinim duyarız. Bunlar o kadar önem­lidirler ki, her gece uykumuzda, her zaman hatırlamasak bile, yarım düzine kadar öykü anlatırız kendi kendimize. Bu rüyalar çoğunlukla bilinçli zihnimize garip gelirler, ama çok yaratıcıdırlar. Öyküler, yaşamımızın o kadar içindedirler ki, kimi zaman ne kadar güçlü olduklarını unuturuz.

İşten veya okuldan eve dönüp televizyonu açtığımız­da, hikâyelerle karşılaşırız. Muhabirler, haberlerin bile hikâye olduğunu bilirler. Onların "Ve bugünün haber gündeminin en önemli öyküsü..." diye konuştuklarını duydunuz mu?

Teknoloji, hâlâ bize öyküler sunar. Neuromancer adlı romanında "siberuzay" terimini ortaya atan bilimkurgu yazarı WilMam Gibson, bilgisayarınız aracılığıyla anında erişebileceğiniz bir kitap "yazdı". Okurken ekranınızda kendini imha ediyor -belki de dijital bilginin kısa ömür­lü doğasını vurgulayan bir metafor. Bilgisayarın kendisi, çoğu zaman beyni temsil eden bir metafor olarak kulla­nılır. Eğer beyin bir bilgisayar gibi ise, onu kim program­lamıştır?

Başlangıç döneminde NLP'yi etkilemiş olan İngiliz yazar Gregory Bateson, Steps to an Ecology of Mind ('Zih­nin Ekolojisine Doğru Adımlar-') adlı kitabında, bir öykü anlatır. Kitap, zihnin gerçek doğasını öğrenmek isteyen bir adam hakkındadır. Bu adam, bilgisayarın insan beyni için ne kadar uygun bir model olduğunu ve bilgisayarla­rın gücü geliştikçe insanlar kadar zeki olup olamaya­caklarını merak etmektedir. Dönemin en güçlü bilgisayarına, klavyeden şu  soruyu sorar: "Bir insan gibi düşü­nebileceğini hesaplıyor musun?"

Makine soruyu kendi analiz metoduna göre cevap­lamak için devrelerinden geçirirken garip sesler çıkarır, pır pır eder, kekeler. Sonunda yanıtını ekrana yazar.

Adam, bilgisayarın ne yazdığını görmek için dikkatle bakar: Şunu okur: "Bu, bana şöyle bir hikâyeyi hatırlat­tı..."

İnançlar ve Ötesi

İnançlar bize sahiptir. Davranışlarımızı güdüler. Onlar 1 elle tutulamaz ve çoğunlukla bilinçdışıdır. Sık sık ol­gularla karıştırılırlar. Ne ki, bir olgu, olmuş bir şeyken, bir inanç, olabilecekler hakkında bir genellemedir. Bize yol gösteren bir ilkedir.

Fiziki dünyaya ait, olgulara dayanan bazı inançları paylaşırız. Örneğin, ateş yanar, yerçekimi vardır ve biz de dik yamaçlardan aşağı yürümeye veya çalışan elektrik kablolarını tutmaya kalkışarak, kaderimize karşı gelme­yiz. Bununla birlikte, kendimize ve başkalarına dair pek çok inancımız vardır ve bunlar doğru olsun olmasın, "ateşin yandığı" inancı kadar etkili bir şekilde, bizim dav­ranışlarımızı denetlerler. İşte, NLP'nin ilgi alanına giren inançlar da bunlardır.

İnsanlar size bir şeye inandıklarını söylediklerinde ya önem verdikleri bir değerden ya da bilgi yokluğunda yapabilecekleri en iyi tahminlerden bahsediyorlardır. İnançlar "Neden?" sorusuna cevap verirler.

İnançları oluşturan genellemeler, iki yolla meşrulaştı olabilirler: İlki, neden ve sonucu birbirine bağlamak, ikincisi de anlam yaratmak.

Neden mi Sonuç mu?

"Bilgisayarlardan anlamam, çünkü bana hiç öğretil­medi."

"Kendime güvenim azdır, çünkü ailem ben küçük­ken çok sık taşındı."

"Aslan burcundan olduğum için yaratıcıyım dır."

Bu örnekler, şimdiki zamandaki bir deneyimi, geçmişte­ki bir nedenle bağlantılandırmaktadırlar. Kapsamlı ko­nular gündemde olduğunda, nedensel bağlantılar, işi karıştırabilirler, çünkü çok fazla varsayımda bulunuruz. Bağlantı bir sebep değildir. Örneğin, istatistikler video kaset kiralama oranlarının, nüfus artışına koşut bir hızda arttığını göstermektedir; ancak bunun nüfus artışının nedeni olma olasılığı çok düşüktür.

Bu tür neden-sonuç bağlantıları kanıdanamaz, ama bir neden verirler ve deneyimlerimizden bir anlam çı­karmak açısından, nedenler önem taşır. Bir inanca sahip olmak, hiçbir inanca sahip olmamaktan iyidir. Örneğin, insanlar kötü haberleri tahmin etmiş olmaları halinde, bundan haz duyarlar. İnançlar, dünyamızı anlamlandı­rır ve deneyimimize bütünlük katarlar. Bu düşünce ve inanç, ister destekleyici olsun, ister köstekleyici, geçerli­liğini koruyacaktır. İnançlar, gelecekte yolumuzu bul­mamıza ve bugünü korumamıza yardım ederler.

Anlam

İkinci olarak, inançlar, deneyimlerin birbirleriyle bağlantısını kurarak, onlara anlam kazandırırlar.

Örneğin:

"Eğer hastaysan, bu, kendine iyi bakmadığın anlamı­na gelir."

"Eğer sigarayı bırakamıyorsan, bu, iraden zayıf anla­mına gelir."

"Eğer birisi seni seviyorsa, bu, sevilecek biri olduğun anlamına gelir."

Yine, bu bağlantılar tartışılabilir ancak, kanıtlanamaz niteliktedir. Onlar, konuşan kişinin hayat haritasından gelmişlerdir.

Başkaları hakkındaki inançlarımız, onlara nasıl dav­ranacağımızı, dolayısıyla, karşılığında onların verecekle­ri tepkileri de belirlerler. Örneğin, insanların güvenil­mez olduğuna inanan biri, onların yaptıklarından ve güdülerinden şüphe duyacaktır. Bu, diğer kişilerin ona karşı ihtiyatlı davranmalarına yol açacak, bu da, kişinin inancını doğrulayacaktır. İnançlar, bir kısır döngü için­de kendini doğrulayan kehanetler gibi işlev görürler. Eğer bir kişiye, yeterli ve zeki biriymiş gibi davranırsak, büyük bir olasılıkla öyle olacaktır. İnançlarımız, dene­yimlerimizi süzgeçten geçirirler. İnançlarımızı doğrula­yan hadiseleri dikkate alırız; ters düşen örnekleri ise, çok çarpıcı olmadıkları sürece, sileriz. İnançlarımızı oluştu­ran her zaman mantık değildir, dolayısıyla bunlardan

yola çıkarak tartışan bir kişiyi geleneksel mantıkla ikna edemeyebiliriz.

Alt Sistemler ve İnançlar

İnançlar, alt temsil sistemi yapısına sahiptir. Bir sis­teme göre inanç olarak kodlanan şey, bir başkasına göre kuşku olarak kodlanabilir.

Açıkça inandığınız bir konuyu düşünün; örneğin, yarın güneşin doğacak olması gibi. Bu inancı betimleyen bir resim çizin ve buna sesleri ve hisleri ekleyin. Resim hakkındaki duygularınızı (yani resmin inandırıcı olması ve sizin buna inanmanız), resmin parçalarına ait duygu­larla karıştırmayın. İkna edici olan duygulanım, sizin görsel ve işitsel alt sistemlere verdiğiniz tepkidir.

Şimdi ise kuşku duyduğunuz bir konuyu düşünün. Bu kuşkuyu yansıtacak bir resim yapın.

İnancı ve kuşkuyu yansıtan bu iki resme bakın. Bu resimlerin içerikleri elbette farklı olacaktır; bunun yanı sıra iki resmin alt sistemleri de farklı olacaktır. Her bi­rimiz, neye inandığımıza ilişkin kişisel bir alt sistem yapı­sına sahibizdir.

İnançların Oluşumu

İnançlar, yaşantımız boyunca deneyimlerimize yakış­tırdığımız anlamlara göre gelişigüzel oluşurlar. Bunlar er­genlik çağlarında, önemli ötekilerin, özellikle anne ve ba­baların örnek alınmasıyla -modellenmesiyle- oluşur. Çok ani ve beklenmedik bir çatışma, travma ya da kafa karışık­lığı da, özellikle küçük yaşlarda, inançların oluşumunu etkiler. Kimi zaman yaşanan deneyimin duygusal bir yoğun­luğu olmamasına karşın, sürekli tekrarlanması, tıpkı dam­layan suyun taşı oyması gibi, inanç oluşumunu sağlar.

Çocuklar yaşamdan gelen bilgi ve deneyime sahip ol­madıklarından, olaylar arasında hiç beklenmedik bağlantılar kurmaları mümkündür. Jale'm beş yaşındaki kızı, bir defasında ona, büyümek için kol veya bacak kırmak zorunda mıyım, diye sormuştu. Bu ilk önce Jale'ye saçma bir soru gibi gelmişti, ancak, sonra kızının, yeni yetmelikle­rinde kemiklerini kırmış ne kadar çok insan tanıdığını ha­tırladı. Aynı hafta bir arkadaşı trafik kazasında bacağını kırmıştı ve Jale da kızma bir gün önce, 14 yaşındayken nasıl kolunu kırdığını anlatmıştı.

Güçlendirici İnançlar Zayıflatıcı İnançlar

Bazı inançlarımız bize özgürlük ve seçenekler sunar, yeni olanaklara kapı açarlar. Bazıları ise gücümüzü azal­tır ve kapıları kapatırlar. Bunların doğru olduğu varsa­yımıyla hareket etmek, sizi de başkalarını da perişan edebilir.

inançlar, çoğunlukla aşağıdaki şekillerde dile dökü­lürler:

Tapabilirim..." 'Yapamam..." 'Yapmamalıyım..." 'Yapmak zorundayım..."

Birkaç dakika düşünerek, bu dört yapı içinde, kendi ör­neklerinizi yazın.

'Yapamam..." ve 'Yapmamalıyım..." ile başlayanla­rın, sizi kısıtladıklarının farkına varıyor musunuz? Meta Modeli kullanarak, bunları inceleyin. Kendinize sorun, "Beni engelleyen nedir?" ve 'Yapsam ne olurdu?" 'Yap­mak zorundayım" kalıbındaki inançlar bile, her şart al­tında böyle olduğunu hissetmeniz halinde, sorun yara­tabilirler.

 

İnanç Değişim

İnançlarınızı değiştirmenin mümkün olduğuna ina­nır mısınız? Bazılarını değiştirmek ister misiniz? Ne de olsa, yaşamı daha keyifli hale getiren bazı yüreklendirici inançlara sahip olmak bir avantajdır.

Geçmişte bazı inançlarınızı zaten değiştirmişsinizdir. Beş yaşındayken yaptıklarınıza artık inanmıyorsunuzdur. Her zaman farkına varmasak bile, büyüyüp deneyim ka­zandıkça maçlarımız değişir. Bazen bir inanç, güçlü bir istisna tarafından yıkılabilir. Ne kadar garip olsa bile, bu durum, herhangi bir inancın içine düşebileceği bir boş­luk yaratır ve bu, dramatik dönüşümlere temel oluştura­bilir.

Bir inancı değiştirdiğinizde, yerine, eski inancın ar­dındaki iyi niyeti koruyacak yeni bir inanç koyun. Bu ye­ni inancın da, kendi benliğinizle tutarlı olması gerekir.

Olumsuz bir inancı değiştirmek için, "Bu inanç bana ne yapıyor?" ye "Bunun yerine hangi inanca sahip olma­yı yeğlerim?" diye sorun.

Herhangi bir inancınızı değiştirmeden önce, kendi­nize sorabileceğiniz bazı isabetli sorular vardır:

'Yaşamım bu yeni inançla nasıl daha iyi olur?" 'Yaşamım bu yeni inançla nasıl daha kötü olur?"

"Eski inacımı korusaydım, olabilecek en iyi şey ne o-lurdu?"

'Yeni inançla olabilecek en iyi şey nedir?"

Çok erken pes ederseniz, inanç değişimleri uzun sür­mez. Örneğin, bir kişi daha iyi tenis oynamak istemekte­dir. İyi bir antrenör bulur ve yeni bir teknikle gelişece­ğine inanır. Eski tekniği kullanmayı bırakıp yeni bir yol öğrenmeye başlar, ancak, buna henüz alışkın olmadığı için, çelişkili bir biçimde, daha kötü sonuçlar almaya başlar. Zaman içinde yeni teknikte ustalaşacak ve alacağı sonuçlar çok daha iyi olacaktır, ama çok erken hayal kı­rıklığına uğrayıp eski yönteme dönebilir ve ardından, teniste hiçbir gelişme gösteremeyeceğine inanmaya baş­lar.

NLP'nin, kısıtlayıcı inançları değiştirmeye yönelik çeşitli yöntemleri vardır. Bu yöntemlerden bazıları, eski ve yeni inançların alt sistemsel yapısını değiştirmek yo­luyla işler. Başka bir yöntem, inancı oluşturan ilk dene­yime dönmeyi ve onu daha güçlü iç kaynaklarla yeniden değerlendirmeyi gerektirir. Teknik her ne olursa olsun, önemli olan, kişinin değerleri ve benlik duygusuyla bağdaşmasıdır.

İnançlar ve Sağlık

İnançlarımızın sağlığımıza etkisi, zihin ve bedenin aynı sisteme ait olduğunun en açık örneklerinden biridir. Tıp. mesleği muazzam bir güvenilirliğe sahiptir. Doktorların bize her söylediğine inanırız. En etkili inanç değişimlerinden biri, doktorun kanser teşhisi olurdu. Bu tür bir cüm­le/mahkumiyet, sözcüğün her iki anlamıyla, inaçların gü­cüne dair bir örnektir ve bazı insanları, kelimenin gerçek anlamıyla teşhis öldürür. Deepak Chopra, Quantum Healing ('Kuantum Şifası', Bantam, 1989) adlı kitabında, gerek ya­şamı geliştiren, gerek yaşamı inkâr ettiren inançlara ve bun­ların sağlık üzerindeki etkisinin birçok örneğini verir. İnanç­lar ve sağlık, gerçekten önemli ve büyüleyici bir alandır; bu alan faydalı ve kullanışlı uygulamalar barındırır. Artık bir NLP ve sağlık eğitimi de mevcuttur.

İnanç ve sağlığın ilişkisine dair bir başka örnek, "plasebo etkisi"dir -hastaların oldukça büyük bir azınlığı, etkili bir ilaç aldıklarına inandıklarında, bunun aslında tedavi edici bir etkisi olmamasına karşın iyileşirler. İlaçlar her zaman işe yaramazlar, ancak, hastanın iyileşeceğine olan inancı, her zaman faydalı, hattâ bazen şarttır.

 

 

İnanç ve Eylem

Daha önce de değinildiği gibi, inançlar davranışı ha­rekete geçirirler. Bazen çatışan inançlar taşırız; o zaman iç bütünlüğümüz bozulur. Bazen insanlar belirli bir de-

gere inandıklarını belirtirler, ama davranışları bununla çelişir. Biz bilinçli olarak neye inandığımızı söylerse! söyleyelim, davranış, eyleme geçmiş inançtır.

İnançlarımızın çoğunu her bağlamda doğru veya yan­lış dîye ayırarak genelleriz. Böyle mi olmalı? Önceden de gördüğümüz üzere, NLP'ye göre inançlarınızı seçebilir­siniz. Bunlar gerçekliğin haritalarıdırlar. Bir şeye inandı­ğımızda, o şey doğruymuş gibi hareket ederiz, ama bizim böyle davranmamız, onu doğru yapmaz. Yanlış da yap­maz. Bu şey, o esnada, sizin için doğru olandır.

İnançların etkisini anlamak için, bunlar arasından istediklerinizi dikkatle seçim yapın. Arzuladığınız yaşamı size verecek olan inançları seçin.

Vurgulamak istediğimiz son NLP ilkesi, tüm diğerlerini de gerçek yapar:

Anlamak istiyorsan - harekete geç.

Çünkü öğrenmekle yapmak iç içedir. İlkeler, eylemlerde bir fark yaratırlar.

Örneğin, kimliğimize ilişkin, bizde derin etkiler bı­rakan çekirdek inançlar taşırız. "Ben, bazen hatalar ya­pan, temelde iyi bir insanım" ve "Ben, bazen şans eseri doğru yapan, aptal bir insanım" ifadeleri, size birbirin­den çok farklı deneyimler yaşatacaktır.

Bundan başka, kimliğimizin ötesindeki şeyler hak- ;i| kında da inançlarımız vardır. Albert Einstein'a, insan­lığın sorması gereken en önemli sorunun ne olduğu­nu sorduklarında, cevabı şöyle olmuştu:  "İnsanlığın

yüzleşmesi gereken en önemli soru şudur: Evren dost­ça bir yer mi?"

Bu soruya verdiğimiz cevap, bizi insan olmanın an­lamına götürür ve bu da bizi ruhsal dünyaya taşır.

NLP ve Ruhsallık

İnsan ne büyük bir çalışmanın ürünüdür! Mantıkta ne kadar asil! Duyularda ne kadar sonsuz! Şekilde ve harekette ne kadar kesin ve hayranlık verici! Eylemde . ne kadar melek gibi! Kavrayışta ne kadar da Tanrı gibi! Dünyanın en güzel varlığı! Hayvanların en iyi örneği!

WILLIAM SHAKESPEARE Hamlet, Perde III, v.316

Tarih boyunca insanlar, "camın ardından pek iyi göre­mediğimiz" ve yaşamda beden ve zihinden daha fazlası olduğu hissiyle, arayışlarını sürdürmüşlerdir. Sürekli o-larak bizden daha ötede olan şey ile bağlantımızı ve bir­liğimizi deneyim yoluyla öğrenmek için, kendimizin öte­sine uzanırız. Bu noktada NLP'nin katkısı ne olabilir?

NLP, insani deneyimin yapısıyla uğraşır, dolayısıyla bu gibi önemli konular, NLP'nin uzmanlık alanı dahi­lindedir. Biz de kişisel olarak bu konuları araştırmaya ilgi duyuyoruz. Eğer NLP, ruhsal deneyim konusunda sessiz kalsaydı, ruhsal deneyimin bir şekilde farklı ve ha­yattan kopuk olduğu mesajını verebilirdi. Böyle değildir.

NLPkıin kendisi, gerçeklik, doğru, erdem veya ahlâk konularında bir iddiada bulunmaz. Bunları öznel dene­yimler olarak değerlendirir. Dışsal bir gerçekliği ne ka-buUenir ne de reddeder, sadece sizin önvarsayımlarınız doğruymuş gibi hareket ettiğinizi ve aldığınız sonuçlan fark ettiğinizi ileri sürer. NLP, "Doğru mu?" diye sormaz, "Faydalı mı?" diye sorar.

Ne istediğinize nasıl karar vereceğiniz ve buna nasıl ulaşacağınız ahlâki sorulardır. NLP'den ahlâk ve estetik alanlarında nasıl faydalanabiliriz? Bunlar NLP uygulayı­cılarının sorumluluğu altındadır: Her birimiz istediğimiz sonuçları ve bunlara ulaşmada seçtiğimiz yöntemleri, kendi ahlâk kurallarımızın ışığında değerlendiririz. Ah­lâkın temeli, ortak insanlığımızda ve insanoğulları ola­rak en derin özümüzde yatmaktadır.

Maneviyatın, temel insanlığımızı -her insanla paylaş­tığımız aynı özü- bulmakla ilgili olduğu söylenebilir. Ve bunu keşfederken, daha da fazlasını buluruz. Yıldızlara atılan taşlar gibi, sözcükler de ruhsal deneyimi açıkla­makta yetersiz kalırlar. Bir yolu, bunu en gerçek anlam­da kendimiz olma duygusu olarak düşünmek ve bu sü­reçte, olanca büyüklükleri içinde başkalarını keşfetmek ve onlarla derinden bağlantılı hale gelmek olabilir. Bir­çok kişinin hayatında buna benzer anlar yaşanmıştır. Tüm yaşamınızı dua ederek veya özünüzü reddederek geçirmeniz gerekmez. Bazı dini gelenekler, ruhani de­neyimlerin zor yaşandığını düşünürler, ama bu dene­yimler aslında her yerdedir -o her an gerçekleşebilecek mutluluk ve içgörü anları, kendinizi en canlı hissettiği­niz doruk deneyimler. Çocuk doğurmak, anne baba ol­mak, yaşamla bağınızı duyumsamak, yeni doğmuş bir bebeğin gözlerinin içine bakmak; bunların hepsi de ruhsal deneyimler olabilirler.

Sizin ruhsal deneyimleriniz nelerdi? Bir an durun ve kendinizle ve başkalarıyla en yüksek düzeyde bütünleşmiş olduğunuz anları düşünün. Bu satırları okumaya devam ederken, bu deneyimleri aklınızda tutun.

Ruhsal deneyim için kullanılan evrensel bir metafor, bir arayış, bir sorgu veya bir yolculuktur ve bu arayışın sonunda, T.S. Eliot'un "The Four Quartets"deki sözleriy­le, "başladığımız yere döner ve orayı ilk kez anlarız". Dışardaki yanıtlar, içimizde aynalanmıştır. Veya Gertrude Stein'm ifade ettiği gibi, "Bir cevap asla olmadı, bir cevap asla olmayacak -işte cevap bu."

Ruhsal Deneyimi Modellemek

NLP, hem kendimizde hem de başkalarında ruhsal deneyimi modellemek için kullanılabilir. Hepimiz mo­dellere, yazılara ve deneyimlere sahibiz. NLP, maneviya­ta örgütlü dinler aracılığıyla değil, kişisel deneyimler aracılığıyla yaklaşır. Ruhsal deneyimlerde de, bunları Hı­ristiyan, Musevi, Taocu, Budist veya başka bir şekilde ayırmaksızın, benzer bir yapı arar.

Ruhsal deneyimi incelemeye nereden başlayabiliriz, bunu nasıl modelleyebiliriz? İnsan yaşamı bir dizi ayrılık­lardan ve bunu izleyen birleşmelerden oluşmuştur -sü­rekli olarak ne olmadığımızı anlayarak kendimizi anlarız. Bir çocuk doğar ve kendini annesinden ayırır ve öz-farkındalığı arttıkça, kendi kimliğini dünyadan ve diğer insanlardan ayrıştırır. Gittikçe artan bir bireysellik algı­laması vardır. Çocuk, kendisine bir ilk konum oluşturur: "Ben, benim. Sen, sensin. Biz, aynı değiliz."

Ergenlik çağındaki gencin bir işi daha vardır: Aile sınırlarından kopmak ve daha geniş dünyaya katılmak. Daha sonra yetişkinler olarak güçlü bir benlik geliştir­memiz, benzersiz bir birey olarak kendimizi tanımamız ve kendimize değer vermemiz gerekir, çünkü bu adımı atmadan ruhsal yolculuğumuza devam edemeyiz.

Bağımsızlığımızı kazandıktan sonra, karşılıklı bağım­lılığı keşfetmeye hazır oluruz. Öncelikle egonuzu oluş­turmadan, egonun ötesine geçmeniz olanaksızdır. Ken­dimizin çeşitli yönlerini sürekli geliştirmeyi, kendimizi aşmak için yaptığımız düşünüldüğünde, ruhsal bir yolcu­luk bir çelişkidir. Ne ki, öncelikle var olanları geliştirme­den, onların ötesine geçemezsiniz. Sürekli olarak ne ol­madığımızı bularak, aslında ne olduğumuzu keşfederiz. Biz, davranışımız değiliz, yeterliklerimiz değiliz, inançla­rımız değiliz. Kimliğimiz bile değiliz. Peki, biz neyiz?

NLP, bu arayışta ne tür pratik bir yardım sunar?

NLP'nin ilkelerine dayanarak hareket etmek, güçlü bir benlik anlayışı inşa eder. Kendi deneyiminize daha çok dikkat ederek, yargılamaksızın merak duyarak, kişi­sel farkındalığınızı artırırsınız. Kişisel değişim ve gelişim, sadece özel durumlarda ve yerlerde yaptığınız zorlu bir uğraş olmak yerine, doğal bir sürece dönüşür. Şu anda olduğunuz yer, tam olarak doğru yer ve şu anda sahip olduklarınız, ilerlemek için gereksindiğiniz doğru kay­naklardır. O an için yapmakta olduğunuz şey size önemli gelmeyebilir, ancak, bunu yapmanız çok önemlidir.

İstediğiniz sonuçları belirlemek, sizde iç uyum ve ar­zuladıklarınıza ilişkin berraklık yaratır. Kendinize ayak uydurmaya başladığınızda, daha az bölünmüş, daha ra­hatlamış, daha sezgili, daha uyum ve armoni içinde olur­sunuz. Pek çok ruhani eser, dünya ile bireyden bir süreç olarak bahseder. NLP "ben"in bir isimlendirme olduğu­nu öne sürer. Ego, sabit bir olgu değildir; dinamik bir süreç, bir eylem ilkesidir. Sürekli gibi görünen beden bile, aslında değişkenlik içindedir. Biz bir heykel değil. bir ırmağız. Deri, kendisini her ay yeniler. Her altı haf­tada bir karaciğerimiz, her üç ayda bir iskeletimiz yeni­lenir. Bedeninizdeki atomların yüzde doksan sekizi, bir sene önce orada değillerdi.

Meta Model, dünyamızı sınırlandıran silme, çarpıt­ma ve genellemeleri gösterebilir. Bunu iç diyalogları­mızda kullandığımızda, ne tür bir iç söyleşici olduğumu­zu öğrenmeye başlarız. İç diyalog, davranışlarımız, sev­diğimiz ve sevmediğimiz şeyler, hattâ diyalogun kendisiy­le, sürekli olarak kimliğimizi güçlendirmek yoluyla, ken­dimizi kısıtlamamızın temel yöntemlerinden- biridir. Me­ta Model, çapaları seçmesinin yanı sıra, eylem ile tepki arasındaki neden-sonuç tetikleyicilerini kırarak, duygu­sal durumumuz üzerinde istemli seçime dayanan bir de­neyime götürebilir bizi. Bundan başka, kullandığımız dilin deneyimimizi nasıl şekillendirdiğini de açıklığa ka­vuşturur. Bir şey hakkında konuşma şeklimiz, o şeyi ta­nımlamaz. Maneviyat hakkında konuşmak özellikle zor­dur. Metafor aracılığıyla yapılmak zorundadır. Dil, bu­nunla şunu, karanlıkla aydınlığı birbirinden ayırır. Zıt­lıklar üzerinde durur. Ruhsallık bağlantıya dairdir, aynı anda ikisi birden veya hiçbiri olmanın mümkün olduğu yerdir.

NLP, varsayımlarımız ve inançlarımız hakkında bizi uyarır. Anlama yetimizi uyarmak, tuzağına düşmüş olabi­leceğimiz, yaşamımızı zayıflatan translardan çıkmamızı sağlayan araç ve fırsatlar vermek yoluyla bize yardım e-der. NLP, her iki yönden de bakar: Dışarıda, duyular dünyasına ve içeride, öznel deneyimlerimize. Dikkatimi­zi, yorumlarımız yerine, gerçekte gördüğümüz, işittiği­miz ve hissettiğimiz şeylere yönlendirerek, bizi şimdiki ana getirir.

Yaşamla iç içe olmalıyız -ruhsal deneyim zorluklar ve geçicilik karşısında bile, yaşama tam anlamıyla bağlandı­ğımızda bulunur ancak.

Aynı zamanda bilinç ile bilinçdışı zihin abasında bir denge kurulmalıdır. Batı kültüründe, bilinçli zihne faz­lasıyla güvenme tehlikesi vardır. Ancak, bilinçli olarak önümüzde bizi nelerin beklediğini bilemeyeceğimiz gi­bi, dünyamızı da denetleyenleyiz. Bu yüzden yapmamız gereken, pes etmek değil, bilincimizin sınırlarının farkı­na varmaktır. Vazgeçmemiz gereken tek şey, bilinçli zih­nin her sorumluluğu ve takdiri kendisinde topladığı, sahte bir denetim duygusudur. Aslına bakılırsa, bilinçli zihin yönü tayin eder ve bilinçdışı da bunu eyleme geçi­rir. Bilinçli zihin, ata gideceği yönü gösteren, ama atma­sı gereken her adımı söylemeyen binici gibidir. Atın, rehberliğe ihtiyacı vardır. Dolayısıyla bilinçdışınızla u-yum sağlamak ve güçlü bir ilişki kurmak, atılacak en muazzam adımdır. Ruhsal açıdan önemi büyüktür. NLP, bunu yapmamızı sağlayacak araçları bize sunar.

Davranışı niyetten ayırmak, bir başka can alıcı ilke­dir. Bizim, davranışımızdan ibaret olmadığımızı fark et­memizle, bu doğal olarak gerçekleşir, böylece ortak in­saniyetimizi sezmemizi sağlar. Bu, insanlığın işleyebile­ceği dehşet verici cürümleri bağışlamak ya da bunlara göz yummak anlamına gelmez: Bir şeyin farkına varmak, onu haklı çıkarmak değildir. NLP bizi, inanç ve varsa­yımlarımıza karşı tetikte tutar. Olağan durumumuz ne­dir? Acı çekme, çabalama veya arzuya karşı koyma mı­dır? insanoğlu hakkında ne gibi varsayımlara sahibiz? insanlar temelde kusurlu ve güvenilmez midirler? Bazen iyi midirler? Veya yıkıcı, hatalı ve bilinçsizce davrandıklarında bile, inanılmaz, muhteşem ve iyi niyetli bir ama­ca yönelik hareket eden varlıklar mıdır?

İyi niyetin, ne doğruluğu ne de aksi kanıtlanabilir. Ne ki, bizi yönlendiren önvarsayımları seçme şansına sahibiz. Bunlardan bazıları yaşamımızı doyurucu kılarlar.

Ruhsal yolculuğun son bölümü, kendinizi aşarak gerçekte ne olduğunuzu, en derindeki doğanızı bulmak­tır. Gerçeklik ne olursa olsun, haritalarımız bize sadece gerçeklik hakkında bilgi verir. Bunu doğrudan anlayabil­mek için, deneyimlememiz gerekir. Ruhsal arayışın metaforu, çok sık olarak dışarıda aradığını, içeride bu­lan kişiyle sona erer. Kişi buna sahip olmadığını düşün­müştür, ancak, daha sonra aslında bilmeden hep sahip olduğunu fark eder. Gerçeklik her ne olursa olsun, ne dışsal ne de içseldir, sadece gerçekliktir. Biz gerçekliğin parçası olmalıyız. Gerçekliğin o derece parçasıyızdır ki, onu göremeyiz; bu tıpkı kendi gözlerimizin içinde ken­dimize bakmaya çalışmak gibidir. Bilinçli zihin, çiftler mantığıyla işler -şeyler ya öyledir ya da böyle; dolayısıyla bu noktayı kavramakta zorlanır. Bunu yapmaya çalıştığı anda, deneyimden kopar ve artık kavrayacak bir şey kalmaz. Bilinçli zihnimiz, tüm parçalarımız ve bilinçdışımızla iç içe geçmediği takdirde, resmin bütününü gö­remez.

Temsil sistemlerimiz ve duyu organlarımız sadece haritalar üretirler ve harita, bölgenin kendisi değildir. Gelgeldim, haritalardan vazgeçmemiz gerekmez. Duyu­larımız, derimizin dışındaki dünyayla bağlantımızı ku­rarlar. İçimizdeki dünyayla bağlantımızı kuran, duyula­rımızın eşdeğeri nedir? Bunun bir yanıtı, meditasyon olabilir. Bazı meditasyon çeşitlerinin sinir sistemimiz üzerinde ölçülebilir etkisi vardır; bunlar bizi garip bir şekilde, aynı anda sakin-tetikte diyebileceğimiz bir d rama sokarlar {bkz. Kaynaklar).

NLP, ruhsal deneyimi modelleyerek, nehir boyunca ayak izlerini takip etmenize olanak tanır. Bir kez oraya vardığınızda, durmaya veya dalış yapmaya karar verecek olan kişi, sizsiniz.

Son olarak Çinli usta Chuang Tzu'dan bir öykü: Bi­risi ona sözlerinin işe yaramaz olduğunu söylemişti.

Chuang Tzu şöyle dedi, "Biriyle, işe yarayan şey hak­kında konuşabilmeniz için, önce onun işe yaramayanı anlaması gerekir. Evren, kesinlikle engin ve geniştir; bu­na rağmen insan, ayaklarını bastığı yerden daha fazlasını kullanmaz. Gel gör ki, üstünde durmadığı tüm toprağı kazıp atsaydınız, o adam için bunun bir yararı olur muy­du?"

Adamın cevabı, "Hayır bu işe yaramazdı" oldu.

Chuan Tzu şöyle devam etti; "O halde açıktır ki işe yaramayanın, işe yaradığı yerler vardır."